19 Aralık 2011 Pazartesi

5-Rock in Opposition

Her ne kadar bir tür olarak Kabul edilse de RIO, müzikal anlamda progressive dünyaya bir farklılık getirmemiştir. 1978 yılında İngiltere’de düzenlenen bir festivalin adıdır.

Birçok yerde Avant-Garde grubu olarak bilinen Henry Cow, Avrupa’da ciddi bir fan kitlesine sahip olmasına rağmen, müzik firmalarının album yapmaya yanaşmamalarından ve onlara yeterince ilgi göstermemelerinden dolayı bu durumu protesto amaçlı bir festival düzenler. Bu festival kendileri gibi dışlanan 4 grubu- İsveç’ten Sammla Mammas Manna, Fransa’dan Etron Fou Leloublan, Belçika’dan Univers Zero ve İtalya’dan Stormy Six- dahil eder. Gerçekten de ciddi anlamda ilgi çekmeyi başarırlar.

Art Zoyd ve Aksak Maboul un katılımları ile 2. Festival 1979 yılında İtalya’da Stormy Six önderliğinde, 3. Festival yine aynı yılda Sammla Mammas Manna önderliğinde İsveç’te yapıldı. Kadro yine bu 7 gruptan oluşuyordu ( Dağılan Henry Cow, Art Bears olarak bu festivallere katıldı.)

2000’li yılların sonlarına doğru Fransa’da aynı ruhu taşıyan 2 festival daha yapıldı. Katılan grupların ortak noktaları: Avant Garde olmaları ve müzik endüstrisine karşı olmaları idi.

Önemli katılımcılar: Faust (Almanya), 5uu’s ve Thinking plague(Amerika) , Zao ve Magma (Fransa), Gong (Multi)…idi.

4-Space Rock


Uçma düşüncesi insanoğlunun varoluşundan bu yana en büyük hayallerinden biridir. Bu hayal 70 lerin sınırları zorlayan anlayışı, uyuşturucunun etkisiyle müziğe bolca yansıtılmıştır.
Her ne kadar Space akımın ilk izleri 1959 yılında John Meek’in “I hear a new World” albümü  ile görülse de, esas çıkış Psychedelic Müziğin dominant olduğu 60’ların ikinci yarısında görülür. John Meek albümünde bir nevi uzay yarışından bahseder ve insanoğlunun uzaylılar ile buluşmasını konu alır. 1966 yılında Syd Barrett önderliğindeki Pink Floyd “The Piper at the Gates of Dawn” albümünü çıkarır. Albümde Psychedelic ögeler ağır bassa da diğer gruplarına nazaran müziklerinde farklı temalar görülmektedir. Grup daha sonra ki albümlerinde, Syd Barrett etkisinin azalması ile, tarzını iyice kemikleştirmiş ve Space Rock olarak adlandırılmışlardır. Pink Floyd bu türün tartışmasız en önde gelen grubu olmuştur.
Müzikte en temel görülen olgu synthesizer/klavye kullanımıdır. Birçok alt kültürde olduğu gibi uzun pasajlar ve emprovizasyon burada da görülür. Echo lu gitar kullanımı ve repetitif ritimlere sıkça rastlanır. Diğer bazı tarzlara göre vokal kullanmı biraz daha fazladır. Bilim kurgu, Uzay, Kozmik evren temaları hem sözlere hemde müziğe yansıtılmıştır. Genel yapısı itibarı ile heavy ve özellikle de Psychedelic türlere yakın durur.
>(NOT: Zaten bazı otoriteler Psychedelic ve Space müziği iç içe tanımlarlar. Bunun bir başka nedeni de bu iki türü iç içe geçiren, üst üste çıkardıkları albümlerdeki farklılıklar gösterilebilir. Ancak tüm bu iç içeliğe rağmen müzikal anlayışlarda yadsınamayacak farklılıklar vardır. Bu yüzden burada bu türleri ayırmak çok daha doğru olacaktır.)
Ülkelere bakacak olursak:
a) İngiltere
Akımın öncü ülkesidir. Rock müzik tarihinin en önemli gruplarından olan Pink Floyd’un “The Piper at the Gates of Dawn” albümü ile resmen kültür doğmuş kabul edilir. Türün önemli gruplarından biride Hawkwind’dir. “Warrior on the Edge of Time” albümleri başyapıtlar arasındadır. 1973 yılında çıkardıkları “Space Ritual” albümü bilim kurgu roman yazarı M.Moorcock ile yaptıkları çalışmaların neticesinde ortaya çıkmıştır. Daevid Allen’ın önderliğindeki Gong da türün en önde gelen gruplarındandır.
Önemli bazı gruplar: Arzachel, Ozric Tantacles,Camel, Jade Warrior... ülkenin önemli space gruplarıdır.
b) Almanya
Krautrock’ın Psychedelic dönemden etkilendiği düşünüldüğünde Space Rock’a uzak kalmaları  mümkün değildir.” Dom” gibi bu 2 türün iç içe geçtiği birçok örnek vardır. Ancak şunu söylemek gerekir ki Alman gruplarının çoğu farklı tarzda müzik yapsada bir şekilde Kraut akımın izleri görülmektedir. “Eloy” ülkenin bu tarzda yetişen en önemli grubu kabul edilir. Octopus,Sula Bassana, Message , Ivory adı sayılabilecek diğer gruplardır.
c) İskandinavya
Özellikle başta İsveç olmak üzere birçok kaliteli grup çıkarmışlardır. Radiömöbel, Algarnas Tradgard, Bland Bladen,Kontinuerlig Drift (İsveç),Alrune Rod, Day of Phoenix, Fleur De Lis, (Danimarka), Circle (Finlandiya)
d) Diğer
Space akım özellikle 70’lerin Avrupa’sında oldukça yaygın bir kültürdü. Igra Staklenih Perli, Tako (Yugoslavya), Agamemnon (İsviçre),    Cosmic Factory, Far East Fmily Band (Japonya), PLJ Band, Four Levels of Existence (Yunanistan), Mess (Estonia), Ragnarök (Yeni Zelanda)

8 Temmuz 2011 Cuma

3-Jazz Rock (Fusion)

“Fusion” kelime olarak birleşmeyi temsil eder. Müzikteki füzyon, Rock Kültürü ile Jazz kültürünün birleşiminden doğan bir ekoldür. Genelde tarzı yansıtan grupların müzisyenleri Jazz eğitimlidir. Gruplar özellikle Miles Davis, John Coltrane gibi büyük Jazz ustalarından hayli etkilenmişlerdir. Jazz eğitimli gençlerin, Beat kuşağının temellerini attığı Psychedelia ve Progressive yıllarında değişen müzik kültürüne adapte olmasıdır aslında Fusion…Jazz temelinde Hippi-Rocker gençliğin müziğidir. Bu yüzden iyi bir Fusion müziği her iki kültürü iyi benimsemiş gruplar yapabilmiştir.
Özellikle 70’lerin ikinci yarısında müziğini olgunlaştıran gruplarda sıkça Fusion’a kayma gözlemlenmiştir. Üstteki satırlarda da belirttiğim gibi, bu durumu Fusion’ın belli bir birikim ve altyapı gerektiren bir yapısı olması ile açıklanabilir. Her ne kadar tüm müzik türlerinin icrası belli zorluklar içerse de, tüm bunlar göz önüne alındığında, Fusion kültürü bu konuda diğerlerinden biraz ayrılmaktadır.
Birçok grupta klasik enstrümlar bulunmakta, müziklerinde özellikle Saksafon, Flüt veya Keman kullanılamakdır. Uzun emprovize pasajların yanısıra, Rock müziğinde etkisi ile şarkılarda süpriz  iniş- çıkışlara sıkça rastlanmaktadır.
Ülkelere bakacak olursak:
a) İtalya:
Her ne kadar ülkede senfonik müzik hakim olsada, İtalya’da çok önemli fusion gruplar mevcuttur. Örnek verecek olursak: Quella Vecchia Locanda,Perigeo ve Aera başı çeken gruplardır.
b) Almanya
Çok yönlü Alman Progressive dünyası, Jazz-Rock birleşmesinden , gerek Doğu gerek Batı Almanya da çok önemli grupları beraberinde getirmiştir. Zaten Krautrock temalı müziğin ardından grupların yöneldiği en önemli kültür Fusion’dır. Hatta Embryo, Guru Guru, Alcatraz... gibi çok önemli gruplar belli bir dönemden sonra bu türe yönelmişlerdir. Önemli bazı gruplar: Embryo, Out of Focus, Aera, Klaus Doldinger’s Passport, Missus Beastly, Wolfgang Dauner(Et Cetera), Hanuman(Lied Des Teufels)..sayılabilir.
c) İskandinavya
İskandinavya, müziği ile İsveç’in başını çektiği ,70’lere damgasını vuran önemli bir bölgedir. Tıpkı İtalyan Senfonik ekolü gibi birçok otorite tarafından Progressive Müziğin bir alt kültürü (tıpkı Fusion, Senfonik, Krautrock...gibi) olarak görülmektedir.
Önemli bazı gruplar: Flasket Brinner, Piirpauke, Berits Halsband,Algarnas Tradgard, Archimedus Badkar...sayılabilir.
d) İngiltere
Birçok ekolde olduğu gibi İngilizler bu tarzın da önder ülkelerinden biridir. Diğer kültürlerin aksine bu kültürde nispeten daha az grupları mevcuttur. Ancak yine de müzik dünyasının önde gelen grupları/müzisyenleri yine İngilizdir.Gruplar kadar bireysel müzisyenlerin de çalışmalarına sıkça rastlanır.
Önemli bazı gruplar/müzisyenler: Mahavishnu Orchestra (Her ne kadar grubun başını John Mclaughlin çeksede, grupta birçok ülkeden müzisyen bulunmaktadır) Brand X, Fusion Orchestra, Soft Machine, Centipede, Hugh Hopper, Elton Dean...

8 Haziran 2011 Çarşamba

2-Symphonic Progressive Rock

Müzik severler tarafından en çok sevilen alt kültürlerin başında gelmektedir. Genelde birçok grup bu tarz altında tanımlanmaktadır. Keman ve Flütün başını çektiği klasik enstrümanlar sıkça kullanılmaktadır. Rock ve Klasik müzik motiflerinin iç içe geçtiği Uzun müzikal/enstrümantal pasajların olduğu, melodik bir müzikal altyapı mevcuttur. Gitar, Bas ve Baterinin yanında Klavye de birçok grubun müziğinde bulunmaktadır.
Senfonik müzik ülkelere ve kültürlere göre de değişkenlik gösterir. Ülkelerin kendi ekonomik koşulları, müzik anlayışları, kültürleri, yaşam tarzları, zevkleri bu farklılığın en önemli nedenleridir. Senfonik müzik de yapısı gereği bazı diğer alt kültürlerle sıkça kesişmektedir. Bu tarz müzik yapan gruplar genelde Hard Rock, Fusion (jazz rock) Folk ve Psychedelic diyarlara yakın hareket etmişler hatta bazen müzikal kariyerleri boyunca bu tarzlara geçiş dahi yapmışlardır. 69 sonu 70 başında başlayan akım, en popular dönemini 70’lerin ilk yarısında yaşamıştır. Bu tarihten sonra popülerliğini ağırlıklı olarak Fusion’a bırakmıştır. Bu kadar fazla grubun olduğu bir kültürü ülke bazlı incelemek daha doğru olacaktır.
a) İtalyan Senfonik Progressive
Türün beşiği olmasalarda, tarzı  en özgün yansıtan ekol ülkelerden biridir. Zamanın müzik endüstri koşulları gereği birçok grup kariyerleri boyunca sadece 1 albüm yapabilme şansı bulmuştur. Yapıldığı yıllarda olmasada sonraki dönemlerde değerleri daha çok anlaşılmıştır.
Senfonik kültürün temel yapısı  üzerinde hareket etselerde, kendilerine özgü anlayışı  müziğe başarı ile yerleştirmişlerdir. Müzikleri ağırlıklı olarak Fusion’a yakın durur.   Zamanın modası olan, politik görüşün müzik içerisine yerleştirilmesi İtalyanlar içinde hayli geçerli bir durumdur.
En önemli gruplar arasında: PFM, Locanda Delle Fate, Biglietto Per’l Inferno, Banco Del Mutuo Soccorso,Le Orme, Osanna, Campo Di Marte, Museo Rosenbach, Semiramis...gösterilebilir.
(Daha önceki yazılarımda İtalyan senfoniğinden detaylı olarak bahsetmiştim)
b) İngiliz Senfonik Progressive
İngilizler genel olarak tarzın öncü  ülkesidir. Grupların birçoğu dünya genelinde büyük başarılar elde etmişlerdir. İtalyanların aksine daha çok albüm çıkarma şansları olmuş ve zaman içerisinde belirgin bir biçimde tarzlarında sapmalar göstermişlerdir
En önemli gruplar arasında: King Crimson, Yes, Genesis, Van Der Graaf Generator,ELP,Esperanto, Gentle Giant...gösterilebilir.
c) Alman Senfonik Progressive
Tüm Alman müziği “Krautrock”  adı altında birleşsede, senfonik temaları ağır basan önemli gruplar da mevcuttur. Birçok senfonik grup gibi diğer bazı kültürlerle etkileşimde olmuşlardır. Özellikle folk, fusion, krautrock ve space etkileri görülmektedir.
En önemli gruplar arasında: Wallenstein, Out of Focus, Grobschnitt,Novalis,Blackwater Park,Eiliff...gösterilebilir.
d) İspanya Senfonik Progressive
Senfonik müziği kendi anlayışı  ile yorumlayan önemli ekol ülkelerden biridir. Folk ve Fusion etkilere sıkça rastlanır.
En önemli gruplar arasında: Iman Califato Independiente, Triana, Granada, Mezquita....sayılabilir.
e) Diğer
 Tarz, tüm dünya büyük beğeni toplamış ve o dönemde çıkarılan birçok albümün kıvılcımı olmuştur. Fransız Ange, Hollandalı Focus, Danimarkalı Ache, Yunan Aphrodite’s Child, Amerikalı Cathedral, Slovak Collegium Musicum,Belçikalı Flyte, İsveçli Bo Hansson, Portekizli Petrus Castruz, Avusturyalı Rainbow Theatre….aklıma gelen önemli temsilcilerdir… 


24 Mayıs 2011 Salı

1-Proto Prog

Janralara ilk olarak proto progressive’den başlamak gerekir. Daha once Psychedelia döneminden bahsetmiştim. Şimdi yapacağım şey bunu biraz daha süslemek olacak…

60’larda, yani Progressive Rock müziğin henüz tanım kazanmadığı yıllarda farklı fikirler, hayat tarzları…müzikal dönüşümü tetikledi. Birçok grup ortaya çıktı ve herbirinin kendine özgü bir sound’u, bir tarzı vardı. Bu dönemde yapılan müzik Progressive Rock müziğin doğuşunda temel etkenlerin başında kabul edilir. Farklı müzikal yapılar, tematik albümler, uzun pasajlar, rüya ve gerçeklik kokan, korkusuzca yazılan uçuk ve aykırı şarkı sözleri, uyuşturucunun müziğe daha yoğun olarak girmesi, düzen ve savaş karşıtı görüşlerin müziğe fazlaca yansıması gibi başlıklar o dönemin müziğini farklı kılmaktaydı.   

60’lı yıllarda çıkan gruplar veya müzisyenler progressive rock müziğin tam anlamı ile doğduğu yıllardan önce ortaya çıkmışlar ancak geleceğe temel olmuşlardır. Bu yüzden müzik tarzları ve grup yapıları farklı olsada bu gruplar Proto prog başlığı altında toplanmıştır.
Başta İngiltere ve Amerika olmak üzere etkileri tüm dünyada hissedilen grupların başlıcaları: Deep Purple, Pink Floyd, The Doors, Arthur Brown, Janis Joplin, Jimi Hendrix, The Who, Yardbirds,Jefferson Airplane, Beatles, Iron Butterfly, Rolling Stones, Nice, Traffic,Vanilla Fudge, Moody Blues, Frank Zappa, The Kinks, Small Faces, Spirit, The Byrds…gibi grup ve müzisyenlerdir.
,
Burada Deep Purple, Pink Floyd …vb. gibi yazdığım bazı gruplar 70’ler de müzikal kariyerlerine devam etmiş ve daha sonraki yazılarımda değineceğim  üzere farklı janralar altında kabul edilmişlerdir. Burada onların isimlerini yazmamın nedeni 60’larda çıkardıkları albümlerin bu tanım altına girmesidir. Zaten birçok grubun kariyerlerinde çıkardıkları albümler hatta aynı albümdeki şarkılar bile farklı janralardan izler taşımaktadır. Bu yüzden aynı grubu farklı janralar altında görmeniz doğaldır. 

12 Mayıs 2011 Perşembe

Progressive Rock Janra'ları

Janra’lar müzikten doğdu ve  müziği tanımlamak için kullanılırlar. Daha doğrusu müzikal farklılıkları belirtmek için kullanılırlar. Ancak grup bazında bu durum yeterince tatmin edici değildir; özellikle 60 sonları ve 70 lerde müzik yapan gruplar için…

Bir grubu tanımlamak için onlara atfedilen janra zaman içersinde grubun müziğindeki, grup elemanlarındaki değişme ve farklı yönlere eğilimler ile anlamsızlaşabilir. Bu durum çok normaldir çünki o dönemde müzikte deneysellik ve “farklı” boyutlarda gezinmek oldukça popülerdi.  Bu yüzden bir progressive rock grubunu tanımlarken onları genel bir janranın altında tutmak çoğu zaman müzikleri ve zaman içerisinde ki gelişimleri hakkında tam anlamı ile bilgi vermeyecektir.

Aynı okyanusun derinliği birçok noktada farklılık gösterdiği gibi Progressive Rock şemsiyesi altında yapılan müziklerde birbirlerinden çok farklıdır. Janra’lar birer kalıp olarak düşünülürse, enstrümanların oluşturduğu armoni temelinde yapılan müzik bu kalıplara uğrayan sabit olmayan bir olgu olarak kabul edilebilir. Bu yüzden bu kalıpların, yani janraların neler olduğunu bilmek, album hatta şarkı detayına inildiğinde müziği anlatmada veya grupların zaman içindeki değişimlerinin yönünü tanımlamada fikir vermesi açısından önemlidir.

Yeterince tatmin edici değil derken kastettiğim; öyle gruplar var ki onları bu kalıplar ile tanımlamaya çalışmak pekte doğru değil. Fin Haikara, Alman Ejwuusl Wessahqqan…ve daha birçoğunu buna örnek verebilirim.

Janra’lardan bağımsız olarak Progressive Rock’ın ana ülkesi tartışmasız İngiltere’dir. Öncü gruplar King Crimson, Soft Machine, Pink Floyd, Genesis, Emerson Lake & Palmer, Yes, Gentle Giant, Jethro Tull, Van Der Graaf Generator olarak kabul edilmektedir. Durum böyle olunca birçok janra’nın doğuş hikayelerinin temeli İngiltere’dir. Janralara gelecek olursak:
Proto Prog, Jazz-Rock/Fusion, Symphonic Rock, Space Rock, Heavy Progressive,Psychedelic Rock, Italian Symphonic Rock, Krautrock, RIO (rock in opposition), Zeuhl, Folk Progressive, Canterbury, Crossover, neo-progressive…dir.

Bu tanımlar dışında post rock, math rock, kozmigroov, chamber. Indo-fusion,artrock…gibi başlıklar bulmanız mümkündür. Ancak bunlar zaten yazdığım tanımlar içerisinde bir şekilde yer almaktadır veya bana göre progressive rock şemsiyesi altında olmaları çokta anlamlı değildir.

Daha öncede söylediğim gibi müziği tanımlamak oldukça zordur. Hiçbir grup bir diğerinin aynısı değildir.Aynı janra altında olan grupların rekleri birbirlerinden çok farkıdır. Hele ki yaratıcılığın ve farklı fikirlerin havada uçuştuğu 70’lerde…


   

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Progressive Rock

60’larda Rock müziği etrafında bunlar yaşanırken, 1969 yazında Hyde Park’da Rolling Stones’un alt gurubu olarak herkesi müziği ile şaşırtan bir grup sahne aldı. Bu grup King Crimson’dı. Amaçları seyirciyi şaşırtmaktı ve bunu fazlası ile başardılar. Temelleri Michael Giles, Peter Giles ve Robert Fripp’in oluşturduğu Giles, Giles & Fripp grubuna dayanan King Crimson seyirciden aldığı olumlu tepki neticesinde kısa bir süre sonra Psychedelia’nın Progressive Rock’a enkarnasyonunun kabul edilen temel albümü olan “The Court of the Crimson King”i çıkardılar.

Her ne kadar son bir kaç senede gençlik Rock müzik üzerinden farklı fikirler doğuruyor olsada, yaratıcılığın bir okyanus olduğu o günlerde ilk büyük nehir King Crimson’dı. Albüm kaotik, sürreal  ve deneysel  bir atmosphere sahipti. Tek bir şarkı içinde bile birçok duyguyu veya tanımlamayı bulmak mümkündü.  Politik, nefret dolu, duygusal, deli, sakin, karanlık,depresif, estetik…eklektik…

Tüm bunların parça parça görüldüğü olmuştu ama tek bir kompozisyon içerisinde, üflemeliler eşliğinde bir concept, bir bütün olarak bu daha once hiç verilmemişti. 60’ların2.  yarısından itibaren gelişen müzik artık farklı bir konuma geldi ve bunun etkileri tüm dünyada görülmeye başladı.

Progressive Rock’ın farklı tanımları mevcuttur. Ancak verilecek en uygun tanım: farklı müzikal kültürlerin (özellikle Jazz, Folk/Etnik, Klasik) Rock temelinde bir araya gelmesi ve yorumlanması ile klasik Rock kalıplarının dışına çıkan yeni, yaratıcı ve deneysel bir müziktir. Tüm bunların yanında bu grupların veya müziğin bazı ortak noktaları mevcuttur. Müzikte sanat ve estetik anlayışı mevcuttur. Pasajlar genelde uzundur; şarkı içerisinde şarkılar (fikirler) mevcuttur, bu yüzden gel-gitler, iniş-çıkışlar oldukça fazladır. Emprovizasyon oldukça yoğundur; müzik ön planda olduğundan şarkılar içerisinde vokale ihtiyaç duyulduğu vakit genelde bu işi aralarında en iyi sese sahip olan yapar, yani extra bir vokalist genelde yoktur.  Klasik Rock enstrümanları dışında hammond org , sitar, flüt, keman, saksafon, mellotron…vs. kullanılmıştır. İlham kaynakları arasında Stravinsky… (klasik müzik) ve Coltrane… (jazz) gibi farklı müzik ekollerinden isimlerde mevcuttur.
Müziği anlatmak zordur; Hele bu müzik Progressive Rock ise bu iş daha da zor. Özgürlüğü açıklamak ne kadar zor ise müziği açıklamak ta o kadar zordur. Çünkü özgürlük kişiye göre değişen veya algılanan bir kavramdır. 60 ve 70’lerin müziğinin tüm dünyaya hatta gruplara olan etkisi farklılıklar gözetmiştir. Kimi gruplar Jazz kökeniden gelmekte Jazz ve Rock (Fusion)müziğin ışığında müzik yapmakta, kimileri kendi etnik, yöresel müziklerini Rock müzik ile birleştirmektedir. (Buna bizdeki en yakın örnek Moğollar’dır.) Gruplar aynı kuşağın gençleri olsada etkilenimleri birbirlerinden farklı oldu. Daha öncede yazdığım gibi birçok grubun, ülkenin  farklı “yaşanmışlıkları” vardı. İngiliz Comus ile Alman Frumpy’nin müzikleri, dönemsel olarak aynı havuzda dursalar da müzikal anlamda birbirlerinden oldukça farklıydılar. Tüm bu farklı fikirler, yorumlar, yaşanmışlıklar, etkilenmeler… beraberinde “Janra” kavramını Progressive Rock’a mecburen getirdi.

Ancak Janra’larda bazen grupları tanımlama açısından kafa karıştırıcı olmaktadır. Bunun nedeni grupların bir çoğu müzikal kariyerlerinde, albümlerinde hatta aynı şarkı içerinde bile müziklerinde ciddi farklılıklar göstermeleridir. Bu da birçok grubu birkaç janra ile açıklama gereğini doğurdu.  Buna en iyi örnek Pink Floyd’dur. Genelde Space Rock olarak adlandırılsalar da kariyerlerinde, Psychedelic Rock, Senfonik Rock’a uyan albümler mevcuttur.

En iyisi işe Janra’ların tanımları, nasıl çıktıkları, öncü grupları, önemli albümleri…vs. ile başlamak. Böylece albüm yorumlarına geçtiğimde müziği anlatmak biraz daha kolay olacak…

3 Mayıs 2011 Salı

Psychedelic Rock

Progressive rock’ın doğuşunu anlayabilmek için biraz daha öncesine gitmek gerekir.  Hatta ta William Burroughs’lara, Jack Kerouac’lara, Ginsberg’lere kadar…Beat kuşağı, her nekadar bizdeki anlamı ile dünyada kullanılan anlamı farklı olsada bizim tanımımıza göre “Beatnik” leri doğurdu. Aykırı, gelecek kaygısı olmayan, hiçbirşeyi umursamayan, sex’e geniş açı ile bakan, uyuşturucu ve alkol düzleminde yaşama tutunmaya çalışan bir kitle… kısaca toplumu bir düzen(!)de tutan ne varsa aksini yapan bazılarının tanımlamasına göre “aşağı tırmananlar”…

40’lar ve 50’lerde filizlenen Beatnik’ler ve Hipster’lar kendilerinden sonra gelen kuşağı tahmin edemeyecekleri boyutta etkilediler. Daha öncede söylediğim gibi müzik, hayat tarzı ve yaşanmışlık ile tarihin çeşitli vakitlerinde değişime uğramış ve popular kültürün aynası olmuştur. Bu etki, özellikle 1942-49 yıllarında doğan gençler de yoğun olarak görüldü.

O dönemin müziğine baktığımzda Jazz, Blues, Bop, Rock’n Roll, önde gelen popüler kültürlerdi. Dönemin gençlerini etkileyecek ve etkileyen müzik tarzları bunlardı. Ancak gençlik, olanı taklit etmekten ziyade kendilerine özgü birşeyler yapmayı tercih ettiler. Bu “birşeyler” biraz daha basit, biraz daha sert ve biraz daha aykırı olacaktı…Bu anlayış o dönemin 2 ülkesinde ağırlıklı olarak yeşerdi. Amerika ve İngiltere…Bu dönem ile birlikte bu 2 ülke uzunca bir süre müzikal anlamda bir çekişmeye girdiler. İngiltere biraz daha hızlı olan taraftı. 60’ların ilk yarısında Beatles’ın önderliğinde,The Yardbirds, Rolling Stones, The Animals, The Kinks …gibi gruplar ortaya çıktı. Özellikler Yardbird’s Rock müzik tarihinin en önemli okullarından biri oldu. Jimmy Page, Eric Clapton ve Jeff Beck gibi ustaların yetiştiği bir okul…Rolling Stones ve Beatles’ın eriştikleri konumdan bahsetmeye gerek yok zaten.

Amerika, 60’ların ortasından itibaren bu yarışa ortak oldu. Velvet Undergound, The Doors, her ne kadar ününü İngiltere’de bulsa da Jimi Hendrix, Janis Joplin, Jefferson Airplane,13th Floor Elevators…vs. bu dönemin önemli isimleriydiler. Amerika “aykırılığı” çok çabuk keşfetti. Bir gün Jefferson Airplane’in vokalisti Grace Slick, Beyaz Saraya davet edildiği bir partide Amerikan başkanı  Nixon’ın içkisine LSD atma amacı ile uzun tırnağının içinde içeri uyuşturucu sokmaya kalkıştı. Ancak grubun şarkı sözlerinden (genelde grubun şarkı sözleri uyuşturucu ve sex ile ilgiliydi ve çoğunu o yazardı)  dolayı ismi FBI listesindeydi ve içeri girmesi güvenlik tarafından engellenmişti. Grace Slick’in bir cümlesi gençliğin düşünce yapısını ortaya koyuyordu. Beatles’ın “I wanna Hold your hand” şarkısına cevaben “tabiki onun elini tutmak istemiyorsun, onu becermek istiyorsun” diyordu.  Tüm bunları düşünürsek müziğin aykırılıktan doğduğunu rahatça görebiliriz. Bu saydığım isimler ve gruplar müzikleri ile birlikte aykırı yaşam tarzları ile de öne çıktılar. 27 yaş sendromu (ölümleri) Rock tarihine Amerikan müzisyenlerinin armağan ettiği bir lanet oldu.

Amerika dolu dizgin giderken İngiltere henüz Rock’n Roll’dan sıyrılamamış, tam anlamıyla birşeyler yerli yerine oturmamıştı. 60’ların ortalarında İngiltere’de bazı şeyler değişmeye başyadı. The Who ve Cream gibi çok önemli gruplar kuruldu.  Grup müziği dışında bireysel yetenekli müzisyenlerde kendilerini göstermeye başladılar. Sadece bu 2 grupta Keith Moon, Eric Clapton, Pete Townsend, Ginger Baker gibi önemli virtüözler mevcuttu.

Işin siyasi ve toplumsal boyutuna bakar isek, gençliğin Vietnam Savaşına olan karşıtlığı beraberinde barış yanlılığını, dünyayı değiştirme güdüsünü, uyuşturucu ve seks’in serbestliği, kısaca limitleri olmayan bir özgürlük anlayışını doğurdu. Yani “Çiçek Çocuklar”ı… Gençlik  kapitalist düzeni protesto ediyor ve bu düzenin oluşturduğu toplum anlayışına karşı çıkıyordu. Bir “Underground Kültür” doğuyordu. Bu özgürlük anlayışı ve Albert Hofmann’ın keşfettiği halisünatik/Psychedelic  etkileri olan LSD kullanımı gençlik arasında çok popular olmaya başladı. Zaten bu döneme “Psychedelia” denmesinin altında yatan esas neden LSD tribinin yaşattıklarıdır.

Gençliğin eğilimi ve düşünce tarzının müziklerini etkilemesi kaçınılmazdı.  1966 yılında bir İngiliz grubu olan Pink Floyd, Syd Barrett önderliğinde ilk albümünü çıkardı; The Piper at the gates of Dawn”. Müzik farklıydı, sözler değişikti, bir formu yokt, kaotikti, içseldi, hiç bir tarza uymuyordu. Ancak kesin olan birşey müziğin son derece özgür ve bilinen kalıpların dışında olduğu idi. Beatles bile müziğin bu değişiminden etkilendi. Onlarında LSD ile tanışmaları ve belki de kariyerlerinde yaptıkları en iyi album olarak görülen “Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band” in çıkışında önemli bir etken oldu.

1966-69 psychedelia yılları tüm dünyayı etkiledi. Birçok ülkede “kendilerine özgü” Underground kültür doğdu. 1968’de Almanya’da Essen festivali bunun en iyi örneklerinden biridir. Daha sonra “Krautrock” olarak adlandırılacak underground kültürün seyirci ve dünya ile ilk buluşmasıydı. Bu festivalde Amon Düül, Roedelius, Tangerine Dream gibi avant-garde, psychedelic grup ve müzisyenler boy göstermiş ve seyirci tarafından çok beğenilmişlerdir.Bu dönemin Türkçe yorumuna Taner Öngür “Anadolu Pop” adını koymuştur. Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, Grup Bunalım…vb. Bu dönemin dünyaca bilinen Türk grup ve müzisyenleri oldular.

İşin İngiltere bacağında Fairport Convention, Small Faces, The Crazy World of Arthur Brown…gibi psychedelic gruplar kuruldu. Amerika tarafında saydıklarım dışında, Ford Theatre, Dragonwyck, Grateful Dead, H.P. Lovecraft, Vanilla Fudge..gibi gruplar vardı. Bu arada Arthur Brown’a biraz değinmek gerekiyor. Kendisi dönemi en iyi anlatan örneklerinden biri olmuştur. Ilk albümü olan “The Crazy World of Arthur Brown” da sonradan Emerson Lake & Palmer ile daha büyük bir üne kavuşacak olan Carl Palmer ve aynı şekilde Atomic Rooster’da çok popular olacak olan klavyeci Vincent Crane vardı. Arthur Brown iyi bir Hristiyan olsada albümdeki sözler şeytan’dan, ateşten, cehnnemden bahsediyordu. Grubun sahne performansı dah da ilginçti. Arthur Brown sahneye uzun pelerin, yüzünde boya ve maske, kafasının tepesine, şakaklarından çene altına doğru tutturulan, yanan bir meyva süzgeci ile çıkıyordu. ..sahnede “I am the God of Hellfire and I bring you fire…” sözleri ile kendine özgü dansı icra ediyordu. Tüm İngiltere onun müziğinin Kraliçe tarafından yasaklanacağına kesin gözü ile bakıyordu. Arthur Brown, concept mantığını albumün ve müziğin dışına, başka bir boyuta taşıyordu, hem de korkusuzca. Aynı duruma başka bir örnek Amon Düül 2 nin 1969 yılında çıkardığı ilk albüm olan “Phallus Dei” de görebiliriz. Phallus Dei Almanca: Tanrının penisi demektir.
Concept albümlerin ilk kırıntılarını her ne kadar 60’ların başında The Ventures’da görmüş olsak da, albümlerinde tam bir günü anlatan Moody Blues’un Days of Future Past bu tanımın en önemli albümü olmuştur.
(Ara bir bilgili olarak 1968 ve 1969 yılları “Hard Rock” veya “Heavy progressive” olarak adlandırılacak olan çok önemli İngiliz gruplarının kuruluş yılları olmuştur. Bunlar Deep Purple, Led Zeppelin, Uriah Heep ve Black Sabbath’tır. Bu gruplar aslında The Who ve Cream ekolünün, Led Zeppelin hariç, “klavye” eklenmiş hali ile devamı gibidir. Rock müzik tarihinin birçok önemli isimi bu gruplarda çalmıştır. 70’ler diyince akla gelen ilk gruplar olmuşlardır.)

Tüm bu müzikal gelişmeler 1969 yılında King Crimson’ın çıkardığı “The Court of the Crimson King” ile farklı bir boyuta taşındı. Bu album Psychedelia döneminin gruplarını da içine alacak olan daha büyük bir başlığın, Progressive Rock’ın doğuşun ilk ürünüdür. Bu tarihten sonra dağınık gezinen fikirler düzensilik içerisinde belli bir düzene oturacak ve ne olduğu daha bilinen albümler ortaya çıkacaktı.

Artık bundan sonraki yazıda Progressive Rock'a geçeceğim. Prog Rock'ı anlatmak ve anlamak için Psychedelia dönemine mutlaka değinemem gerekiyordu.   


29 Nisan 2011 Cuma

Progressive Rock'a Giriş

“Ya nedir şu Progressive Rock tam olarak?” sorusu bu müziği sevenlerin farklı ortamlarda tanıştığı insanlardan duyduğu değişmez cümlelerden biridir. Aslında bu cart diye cevabı kolayca verilecek birşey değil. Müziği “anlatmak” gerçekten çok zor. Bilmeyen birine dinletmeye kalksanız, ciddi bir vakit harcamak lazım. Ayrıca komik de…. Çalarken heriflerin yaptıkları şeyleri  anlatmak için pause’a mı basacağız? Bu şuna benziyor: Sembolist bir şairin, dinletinin ortasında  lafını kesip “arkadaşlar şairimiz burada şunu anlatmak istedi..” demek gibi bişey…

Bundan sonra burada album veya grup tanıtımı yapacak isem öncelikle tanımların, alt kültürlerin, gelişim süreçlerinin, öncülerinin…vs. şöyle bir üzerinden geçmem gerekecek.  Bundan sonrası için bir nevi yol haritası gibi birşey olacak.

Bunun ile ilgili çeşitli yerlerde yazılarım olmuştu. Burada hepsini toparlayayım, belki biraz daha birşeyler katayım istedim.  Peki  nedir bu Progressive Rock? Nasıl doğmuş? Alt kültürleri nelerdir? Neye göre ayrılır? Kimler yapmıştır?, Neden Türkiye’de az bilinir veya anlaşılmaz...bir yerden başlamak lazım. Bir sonraki yazıda Progressive Rock’ın gelişme sürecine ve  alt kültürlerine değineceğim, sonra da alt kültürlerin detaylarına…bir ansiklopediyi buraya sığdırmak zor, bu yüzden mümkün olduğunca anlaşılır özet’te kalmaya çalışacağım…

26 Nisan 2011 Salı

Taklit

Bir enstrüman çalmak çok keyifli bi uğraş. Tabi bunu meslek olarak yapanlar da var. Ama müzik dinlemek başlı başına bir konu. Iyi bir müzik dinleyicisi olmak için bir enstrüman çalmak gerekmez bence. Bu sadece müziğin kişiye verdiği duygudan farklı olarak, çalan adamın aklından neler geçtiği konusunda biraz daha fazla ipucu vermesine yarıyor sanki…. En azından bana…bakmak ile görmek arasındaki farkındalığı dürten unsurlardan biri.

Genelde müzisyenlerin başarısı  taklit edilip edilememeleri ile ölçülür. Zor taklit ediliyorlar ise büyük usta oluverirler. Bu bana biraz yavan geliyor açıkça. Birinin birşeye diğerlerinden daha öte yeteneği olması etkileyici  ama bunu öne çıkaracağım diye grubu ve müziği piç etmekte bir o kadar sıkıcı. Rob Halford’u çok severim  ama Judas Priest’i daha çok severim. Kabul bir Rock vokaline göre oktav manyağı bir sese sahip. İyi de bunu bazı albümlerde  bu kadar tiz hali ile gözümüze sokmanın anlamı yok. Kaldı ki kalın tonlarda kullandığı sesi belki tizden daha etkileyici. İlk albümleri Rocka Rolla’da ki “Dying to meet you” nun ilk bölümü gibi...Satriani başka bir örnek. Olup olmadık yerlerde hızlı çalabilme yeteneğini teşhir etme güdüsü müziğin önüne geçmiyor mu?


Benim için bir “tarz” ı taklit etmek çok daha zor bir iş. Yeteneği bir tarza döndürebilen müzisyenlerden bahsediyorum. Ritchie Blackmore, Keith Moon, Jimi Hendrix, Peter Hammill, Robert Fripp, Arthur Brown, Thijs Van Leer, Gary Thain, Vincent Crane, David Byron,Inga Rumpf,... Saydıklarım ve daha sayamadığım birçoğu çaldıkları grupların önemli birer elemanı olmalarından çok gruplara ruh ve tarz vermiş kişiler. Bu özellik onları diğer müzisyenlerden ayıran başlıca unsur. Keith  Moon’u The Who’dan çıkarsanız ne olur bilemiyorum ama bildiğim şey onsuz The Who’nun böyle bir başarıya erişemeyeceği... David Byron’ın Uriah Heep’ten gitmesini (atılmasını) Ken Hensley “Hem kendi hem de bizim kariyerimizi bitirdi” olarak yorumladı zamanında...


Bu müzisyenlerin başka ortak noktası ise birçoğu müzikteki başarıyı hayatlarına yansıtamamış, veya karışık, anlaşılmaz, uç hayatlarını müziğe yansıtmış kişiler. Hangi açıdan bakarsanız bakın bazılarının hayata tutunmaları hiç kolay olmamış.  Zaten taklit edilemiyor olmalarının nedeni farklı olmaları değil mi?

20 Nisan 2011 Çarşamba

70'lerin İskandinav Müziğine Bir bakış

Şu iskandinavlara değinmeden geçmek olmaz. 70’leri doyasıya hissetmiş, bir Avrupa kültürü yaratmış, müzik zevki olan bir diyar. Hani bu birkaçının biraraya geldiği ve buradan bir kuvvetle “biz beraberiz” diyerek vücuda getirilen toplama bir müzik anlayışı değil. Tek tek hepsi aslanlar gibi müzik yapmış, progressive rock’ın her kültürüne dokunmuş, müzikalitesi oldukça yüksek ülkeler…

Bir tanıdığımın başına gelen bir olay: Rusya’ya uçarken uçakta Rus bir boksör ile karşılaşıyor ve adamın dünya şampiyonu olduğunu öğreniyor. Adam devletin ilgisizliğinden oldukça şikayetçiymiş.  Başka bir ülkeye göç etmeyi, ve onların adına dövüşmeyi istiyormuş. Düşünsenize biz bir dünya şampiyonu çıkarmak için neler yapıyoruz. Helikopterlerle Naim Süleymanoğlu’nu Taksim’e indirdik. Uzun mesafe koşucularımızı görenler Fransa gibi Türkiye’de de zencilerin yaşadığına inanır.

Adamın şansıda şansızlığıda Rus olmak. Küçük yaşta yeteneği ve eğilimi ölçüsünde doğru spora yönlendirilmesi bir şansken, sahilde kum kadar şampiyon çıkarmış bir ülkede de değerinin bilinmemesi şansızlığı…

70’lerde bazı ülkeler çok sayıda grup çıkardı. Bunun en önemli nedenleri ülkenin ekonomik-sosyal durumu ve toplumun, özellikle gençlerin bunu alıgılama boyutu…. Bu yüzdendir ki bazı ülkeler 70’lerde baya kısır kalmışlar. Romanya’da Phoenix’i ve Sfinx’i, Rusya’dan Arsenal’i,Visokosnoe Leto’yu, Ukrayna’dan Kobza’yı çıkarınca bu büyük yüz ölçümlü ülkelerde neredeyse hiçbir şey yok. Bu yüzdendir ki, Romanya’da Phoenix’in tüm şarkıları ülke genelinde marş misali söylenir. Başka bir örnek te Ermenilerin o döneme ait bilinen tek göz ağrısının Zartong olması gibi…

İngiltere, Almanya, Amerika…vs. gibi ülkelerde de tam aksine sayısız grup kurulmuş, album çıkarma şansına sahip olmuş. İşte iskandinav ülkeleri de bu klasmanda tutulması gereken ülkeler arasında. Onlarda boksör çok. Özellikle İsveç. 

Sayısız grup ve kaliteli album yaratmış olan iskandinavlar 70’lerde müziği çok boyutlu ve çok uluslu icra ettiler. Bu durumun bizi ilgilendiren taraflarıda mevcuttur. Ünlü Fin grubu Piirpauke’nin Birgi Bühtüi (1972) albümünde 3 tane (Samsunun Evleri, Neden Benim Hiç Uzun Pipom Yok, Birgi Bühtüi) Türkçe şarkının Fusion tadında yorumu mevcuttur.  Albüm kapağında bile Türk halısı vardır. Başka bir örnekte Flasket Brinner’dır.  Okay Temiz’in de belli bir dönem dahil olduğu grup, yine fusion tadında bizim ezgilerimize de yer verir (Turkish Lullaby…vb.). Unutulan ama Türk müzik tarihinin en büyük seslerinden biri olarak gördüğüm Tayfun Karatekin yine İsveç’li Stardust International grubunun vokalistliğini üstlenmiştir. Kendi bestesi olan “iki çift laf” hem grubun albümünde hem de single olarak Türkiye’de çıkmıştır.

Kraut Alman’ların, Italian Symphonic İtalyan’ların, Zeuhl Fransızların (aslında sadece Magma’nın) progressive müziğe getirdikleri farklı yorumlardır. Belki İskandınavların bir janra için bu kadar bariz fark yaratan müzikleri yok ama müziği/türleri oldukça başarılı ve kendilerine özgü hatta türlerin önde gelen birçok grubundan bile daha iyi yorumladıkları bir gerçek. Bu kültür bu ülkelerde hala devam etmektedir. Her ülkenin sahip olamayacağı müzikal kültüre sahip bu diyar ayrı bir başlıkta incelenmelidir. 

18 Nisan 2011 Pazartesi

Enstrumantal Müzik

Bi şarkının enstrümantal olması adamı daha mı etkiliyor ne. Vokal tüm bu ahengi belli kalıpların içerisine sokuyor. Adama hayal kurma şansı vermiyor. Ne dediği belli, başkasını hissettirmez. Iyi de bu istediğim şey mi? biraz daha özgür hissetmek istediğimde tüm ahenk bozuluyor. Ya ben başka bişeylerin hayalini kurmak istiyorsam? Buna göre şarkı mı seçmek zorundayım?


Tamam bazen iyi geliyor. Şarkı sözünden ziyade üstad şairlerin elinden çıkmış birer başyapıtı andıran sözler bir enstruman kadar etkili. Ve tabi bunun icrası…bahsettiğim Peter Hammill’ın A louse is not a home’u veya Comus’un Drip Drip’i gibi…veya David Byron’ın sahnedeki soytarı duruşunun aksine sesindeki asalet ve tüyleri diken diken eden icrası, yani ona “Davotron” lakabını kazandıran, bir enstrumandan farksız sesi.
Uriah Heep en favori grubum, bana bu UH sevgimi kazandran adam David Byron olsada yinede ben ilk önce müziği tercih ederim. Müzik bir okyanus sunar sana, istediğin sahilden girme imkanı… mod’una göre…ucu bucağı yok. Her dinlediğinde farklı birşeyler hissettirir.
Düşünüyorum da “Embryo”’nun Dreaming Girls’ü nü kaç yüz defa dinledim ve her dinlediğimde neler hissettim. Kısa bir kitap yazarım bununla ilgili. Ya “Firyuza”nın Ashkabad’ı? Wallenstein’ın Manhattan Project’i , “Kolibri” - Winterserenade?, Pell Mell’in Maldou’su, “Kvartetten Som Sprangdes”’in Ganglat Fran Valhallavagen’i….
Bu yüzden bu şarkılar her anımda birşeyler bulabileceğim şarkılar. Haliynen eskimeleri söz konusu değil. Zaten 70’lerin veya progressive müziğin farkı ve kalıcılığının nedeni bu değil mi?

13 Nisan 2011 Çarşamba

İtalyan Progressive Rock

70’lerin İtalyan Senfonik akımı benim gibi progressive müzik severler için ortak buluşma noktasıdır. Buluşma noktasından kastım aslında şu: Progressive Rock  birbirinden farklı birçok alt kültürü bünyesinde barındırır. Zeuhl, RIO (Rock In Opposition), Psychedelic, Krautrock, Canterbury…diye gider. Bazı türler arasında  çok keskin çizgiler olmamakta, hatta aynı albumde farklı ekolleri bir araya getirmiş sayısız grup bulmak mümkündür. Yine bir şekilde bu başlıklar müzikal farklılığı ifade etmekte kullanılmaktadır.
Daha öncede söylemiştim yaşanmışlık müziğin ortaya çıkmasında çok önemli bir etken. 60 sonları ve 70 başında İtalya Kilise, sağ-sol ve ekonomik sorunlar üçgeninde büyük çalkantılar yaşamaktaydı. Bu problemler İtalya’nın dünyayı çalkalayan 66-69 Psychedelia dönemini es geçmesine neden oldu. O yıllara ait doğru düzgün birşeyler bulmak neredeyse mümkün değil. Tüm Avrupa “Ekol” yaratırken İtalya’da hiçbir faaliyet yoktu.
Ancak gençlik bu dönemin sonlarında özellikle İngiliz gruplarından fazlası ile etkilenmeye başladı. Van Der Graaf Generator, King Crimson ve Genesis başı çekmekteydi. Ülkedeki kaos ve İngiliz progressive müziği ile tanışmak İtalyan gençlerinin müzik ruhunu şekillendirdi. Bu ruh sonradan “İtalyan progressive Rock” olarak adlandırılacaktı…. Öğrenme ve deneyim sürecinden sonra özellikle 1972 - 1977 arasında Rock müzik tarihinin mihenk taşı olan bir çok album dünyaya geldi. Müziği tarif etmek zor olsa da genelde etkilendikleri İngiliz kökenini kendilerince çok daha melodik bir bakış açısıyla yorumlayıp ortaya kesinlikle kendilerine özgü bir müzik çıkardılar.
Tabi sıkıntılar bu kadar çabuk bitmedi. İtalya Müzik endüstrisinin durumu album yapma ihtimalini güçleştiriyordu. Albümler ya sınırlı sayıda çıkıyordu ya da gruplar çıkan ilk albümden sonra kariyerlerine nokta koymak durumunda kalıyordu. Bazıları yurtdışına açılmış (konser vermek) olsa da bu sayı oldukça azdı. Tanınmaları ve esas değerlerinin bilinmesi sonraki zamanlara kaldı. Bu yüzden onlara “tek albümlük gruplar” anlamına gelen “one shot bands” dendiği dahi oldu. Diğer taraftan birçok grup album dahi çıkaramadan kaybolup gitmek zorunda kaldı.  Şimdi acısı çıkıyor tabi. Orjinal plak bulmak neredeyse mümkün değil. Telaffuz edilen rakamlar gerçekten inanılmaz.
Ortak noktaya gelince: o dönemi seven herkesin İtalyan’lar için söylediği şey aynı kelime ile başlar: “Keşke….”. En popüler devam cümleleri:  “…daha çok album çıkarsalardı” “…1 tane İtalyan plağım olsaydı” “…albüm yapamamış grupları dinleyebilseydik”….
Hakkaten ya keşke Quella Vecchia Locanda, Biglietto Per’l Inferno, Alusa Fallax, Semiramis, Cervello,Campo Di Marte…’nin birçok albümü olaydı ya…dinlerdik şimdi…

Başka Müzik

98’de Deep Purple’ın Türkiye’ye geleceğini öğrendiğim zaman yaşadığım mutluluk, biletleri elime aldığımda hissettiklerimin yanında devede kulak kalmıştı. Gerçi Rithcie Blackmore yoktu ama olsun, Deep Purple bu…Minikte olsa yarım saat Mandrake Root çalsınlar diye bir umudu içimde hayalle yoğurup beslemiyorda değildim hani. Çalmadılar, sağlık olsun; Deep Purple burda ya... Önünde duruyo adamlar ve canlılar…Müzikten çok verdiği bu his önemliydi bizim için. Müziğe zaten laf yok, Deep Purple bu…

O kadar konsere, festival gittim ama Harbiye’deki bu konser bi enteresandı. Birbirini tanımayan farklı yaş gruplarında, kızlı erkekli, adamlı kadınlı seyircilerin birbirleri ile sarılması ve şarkılara eşlik etmesi şeklinde geçti konser. Bende o vakitler 20 yaşındaydım. Banada zirayet eden sarılma dürtüsünü, şu anda yaşadığı konusunda şüphelerim olan yaşlı bir çifte 1-2 şarkı boyunca sarılarak giderdim. Bana sarılmaya gelenlere kollarımı açtıktan  sonra ulaşma sınırlarım dahilindeki insanlara iade-i ziyarette bulundum. Kabul günü gibiydi. Bir daha da böyle bir konser atmosferini hiç bi yerde yaşamadım. Yüzümüzdeki mutlu gerzek ifade konser sonrasında da bir sure gitmedi.
Anlatacağım aslında bu değildi. Konserden birkaç gün sonrasına ait. Yüksek tirajlı bir gazetenin sayfalarını çevirirken bir köşe yazarının yazı başlığı gözüme çarptı. Deep Purple yazıyordu. Hemen okudum. Okumaz olaydım. Bir ablamız, sığ bilgi birikimi  ile kendince Ritchie Blackmore, Steve Morse karşılaştırması yapıyor ve bu yarıştan Steve Morse’u galip çıkarıyor.:) Ordaki seyircilerinde bunu anladığına Ablamız, Morse’u Deep Purple’ın gerçek gitarsti ilan etti. Güzelim konseri bu gözle izlemiş.
Kısa da bir yazı değildi hani. Garip argümanlarla bezenmiş, enteresan diyemeyeceğim ama son derece cahilce bir yazıydı. İşin garip kısmı bu yazıyı okuduktan sonra aklıma siyaset geldi. Siyasette de durum böyle değil mi? “Bakan” denilen, “milletvekili” denilen zatlara bakıyorsun…. ne kültür, ne hitabet, ne iş bitiricilik, ne basiret, ne görgü, ne bilgi… E peki neden ordalar? Birilerine yakın olmayı başardıkları için ordalar. Bizde bütün işler böyle yürümüyo mu? Bu yüzden bizden bir halt olmuyor ya…günahını almayayım ama ablam buram buram böyle kokuyordu.
Bari müzikte ve diğer sanat dallarında  bunu yapmayın. Bırakın burası bilmemkim yanlısı gazetelerde okuyacağımız, koruyacağımız temiz yerler olarak kalsın…Siyaset ve iş dünyası dinamikleri ve alışkanlıklarından uzak tutun….

8 Nisan 2011 Cuma

Müzik İzlemek

Müzik, dönemlerin yaşam tarzına, siyasi duruşuna, kitlelerin kültürüne göre melodiye yaşam vermiştir. Kırılma anları, değişimler, dönüşümler ve bunları temel alan popüler unsurlar hep gözlenmiştir. Jazz, Blues, Rock'n Roll'un 60 sonlarında ününü Psychedelic döneme, o da 69'da progressive Rock'a devretmesi gibi....

Ama değişmeyen bir şey vardı. Grup müziğinde önemli olan müziğin ta kendisiydi. Albüm kapağı ve booklet'ın da ne kadar güzel göründüklerinin pek bi önemi yoktu. "acaba genç kızların nasıl sevgilisi olur?" zırvalığına bulanmamış müzikten, karakterden bahsediyorum. tabi eski vakitlerde tv olmadığından, olsa dahi kanal olmadığından, müzik dinlemenin tek yolu radyo ve pikap tı. Adamların neye benzediğini görmek mümkün değildi. Grup ile ilgili yapılabiliecek tek yorum yaptıkları müzik çerçevesindeydi. 70'lerin müziğinin bu kadar güçlü ve kalıcı olmasının nedenlerinden biri de bu olsa gerek.

İlk Uriah Heep albümü aldığımda 11-12 yaşındaydım ve yıl 89-90'dı. İnternet, Kablolu yayın, ıvır zıvır da yoktu. Adamların neye benzediklerini bilmiyordum ama vokalist David Byron muhtemelen cennetten çıkma bir herifti. Sonra adamı gördüğümde hiçte meleğe benzer bi tarafı olmadığını fark ettim. :) Rahmetli bildiğin çirkin bi adammış. Rainbow dinlediğimizde Ronnie James Dio'nun böyle Conan gibi bi adam olduğunu düşünmüştük. Ses bunu düşündürtüyordu. Sonra adamın ufacık ve kara kuru bi herif olduğunu görünce baya bi gülmüştük.  

Kitleler (eski) müziğe, olması gerektiği gibi "kulak"ları ile karar verdiler. Mtv ve türevlerinden sonra müzikte esas kırılma yaşandı. Müzik "göz" e hitap eder oldu. Göz karar kılmaya başladı. Bu bir içeceği burundan içmeye benzer.Çekilen klipler, çok güzel kızlar ve yakışıklı erkeklerden oluşan gruplar, makyaj, estetik, kıyafet...vs. daha önemli oldu. Giydikleri kıyafetler moda oldu. Garip saç stilleri gençlerin belli zamanlarda maymun gibi gezmesine neden oldu. Özel hayatları daha çok öne çıktı. Filmlerde falan oynadılar. yazar olanlar, yönetmen olanlar var. Kısaca moda ikonu oldular. müzisyen kimliği hiç giymedikleri bir kıyafet olarak kaldı.
Peki yahu müziğe ne oldu? Deri değiştiren bir yılanın attığı ölü deri oldu. O da bu büyük kırılımdan nasibini aldı. Artık müzik dinlemekten çok izleniyor. Bir ara şöhret olan müzik şimdi şöhretin basamağı oldu.

7 Nisan 2011 Perşembe

İz Bırakmak ve İz olmak

Krautrock gibi birçok müzikal akım arkasında bazı sırlar, daha doğrusu bazı nedenler hatta yaşamlar barındırmaktadır. Yaşanmışlıktır temel …Burroughs, Cassady, Kerouac gibi beatnik herifler yeni nesil hipilere, çiçek çocuklara ilhan vermesi gibi. Bunun da müziğe yansıması  malum zaten. Müzik, mercekte kırılan ışığın dönüştüğü renk yelpazesidir.  
Bu hep böyle olmuş, böyle gelmiş. Dünya’nın neresine giderseniz gidin kalıcı olan, kitleler üzerinde etki yaratan müzik, yaşanmışlıkla yoğrulan bir temele sahiptir. Makedonların en ünlü grubu “Leb I Sol”’ün yerel eski bir şarkıdan esinlendiği “Jovano Jovanke” bu söylediğime çok uymakta. Sevdiği Jovanke adlı  kızı ailesinden isteyen ama baba tarafından reddedilen bir adamın hikayesidir. Leb I Sol’de bunu 70’lerde enstrümantal olarak yorumlamış. Bugün Leb’I Sol hala aktiftir ve verdikleri her konserde o şarkıya tüm seyirciler alkışla eşlik eder. Hani bizdeki Ahmet Güvenç besteli Barış Manço & Kurtalan Express imzalı “Gülpembe” gibi…
Bu yaşanmışlık nesillere, türlere, ekollere hep neden teşkil etmiş. Japon “Flower Travellin’ Band”’in “Kamikaze” şarkısından tutun, Ermenilerin 78 yılına ait  “Zartong”’una, Arjantin’in “Arco iris” inden, Romen “Phoenix” ine kadar binlerece grupta, onbinlerce şarkıda bu izler mevcuttur.  
Taner Öngür’ün deyimi ile “Anadolu Pop (Rock)” ta bizim yaşanmışlığımızı temel alır. Anadolu Rock: Türk halkının ruhunun derinliklerinden gelen  halk müziğinin, rock müzik gözlüğündeki görünümüdür. Bundan dolayı Erkin Koray’lar, Barış Manço’lar, Cem Karaca’lar, Ersen’ler, Moğollar, Kurtalan Express, Kardaşlar….vs. asla unutulmadılar. Bu isimler hala Rocker yabancıların en çok bildiği, dinlediği isimlerdir.
Enteresan değil mi, efsanelerin elinden o meşaleyi alıpta yürüyen birilerinin olmaması? Bugün Türkiye’de bu kadar sevilen Rock müziğin garip bir biçimde bu kadar sığ ve kısır olmasının nedeni bu anlattıklarımın yokluğu olabilir mi?

6 Nisan 2011 Çarşamba

Krautrock Olayı


Şu Krautrock olayını bi açayım dedim. Giriş biraz damardan oldu ama…ilk once nerden nasıl çıktığını ve nerede kullanıldığını anlatmam lazım:
2. dünya savaşından mağlüp ayrılan Almanların, zamanın imkansızlıklarından dolayı, sofralarında genellikle lahana (Kraut) bulunmaktaydı. Galip tarafta olan İngilizler ise bu durum ile ilgili alaycı bir tavirla onlara “lahanakafa” (krautkopf) lakabını taktılar. 60 ların sonlarına gelindiğinde Alman gençleri ,dönem müziğinin kendilerini yansıtmadığını, istediklerinin bu olmadığını anlamaya ve bunu müzik ile anlatmaya başladılar. 1968 yılında, Fransa ve İtalyada’da yaşanan, büyük öğrenci ayaklanmaları yeni bir yeraltı entellektüel ve politika ile yakından ilgili kültür yarattı. Herzamanki gibi alaycı tavırlarını sürdüren İngilizler, Almanya’da doğan bu yeraltı müziğine krautrock demeye başladılar.
“Kraut rock” kelimesi ilk defa Essen de yapılan bir festivalden sonra İngiliz basını tarafından kullanılmıştır. 1968 yılında Klaus Schulze, Conrad Schnitzler, Hans-Joachim Roedelius tarafından kurulan “Zodiak Free Arts Lab” Avrupa’nın ilk elektronik stüdyosudur. Burada Alman akımı ile o dönemin Rock tarzı olan Psychedelic müziği arasında bir bağ yarattılar. Herne kadar esin kaynağı Psychedelic müzik olsada Almanlar kendilerine göre yorumlayıp ortaya farklı bir kültür çıkarmışlardır.

Biraz müziği tanımlamam gerekirse:
Uzun, emprovize ve deneysel pasajların yoğun olduğu, repetitif melodilerin sıkça kullanıldığı, farklı enstümanlarla renklenen, bazen elektroniğe kayan, uyuşturucu tribinde, kaotik, depresif, uçuk, kasvetli,kozmik, özgür ve bağımsız bir yapısı vardır. Uyuşturucu kullanımının etkileri ile müziğin arasında ciddi paralellikler mevcuttur. Müzik yoğun bir türdür. Sıkça vokal kullanımı yoktur. Hatta birçok grubun müziği enstrümantaldir. Yapılan vokal ise bazen, enstrüman kullanımı gibi, alışılagelmiş formatların dışında karşımıza çıkar. Özellikle “Ohr” “Kosmische” “Brain” ve “Pilz” gibi yapımcı firmlardan çıkan gruplar bu kültürün temelini oluşturmaktadır.

Krautrock, nedense geniş bir şemsiye altında düşünüldü hep. Her Alman gruba veya biraz benzeyene Kraut dendi. Bu durum bu işin öncülerinden kabul edilen ve 2008’de istanbulda konser veren “Faust” u bile bir bakıma çileden çıkardı. Davulcu Richard Diermayer Konser öncesi bir arkadaşıma “bize kraut demeyin, önüne gelene krautrock grubu diyorlar” dedi. Bu konuda ne kadar hakkı var? Bir bakıma baya...

Aslında bu işin öncüleri başta Düsseldorf ve Berlin ekollerinden gelen gruplar olmak üzere Can, Neu, Cluster , La Düsseldorf ,Ash Ra Tempel, Tangerine Dream, Amon Düül II, Faust, Popol Vuh...gibi gruplardır. Ancak bu grupların detayına indiğinizde birbirlerine büyük benzerlikler göstermediğini hatta kendi içlerinde bile değiştiklerini fark edersiniz. Örnek vermem gerekirse: yine bir tür olan “İtalyan Senfoniği” ne baktığınızda bu değişkenliğe pek rastlanmaz. Onlarda senfonik yapan gruplar tanım olarak gerçekten Senfonik Rock (buna daha sonra değinirim) yapmaktadırlar. Tabi İtalyan ruhu ile...

Almanlar’ın undergroud kültürü kendi gruplarını çok farklı müzikal yönlerde etkiledi. Bu biraz aynı evde büyüyen çocukların farklı branşlara yönelmelerine benzer... Neticede tüm bunlar beraberinde “tür-ekol” tanımlarını anlamsız hale getirdi ve bu müziği tanımlarken kullanılan yelpazenin genişlemesine neden oldu. Hepsi progressive başlığı altında kabul edilse de, müzikal olarak büyük farklılılar içeren, fusion, symphonic, kraut, psychedelic...vs gibi türleri icra eden tüm gruplar “Krautrock” adı altında tanımlandı/tanımlanmak durumunda kaldı. Almanya “Hanuman”, “Locomotive Kreuzberg” tanımında sıkıntı yaşanılan birçok grup çıkardı. Politik Kraut Fusion...:)))

Tür – Ekol kavramlarını bir kenara bırakırsak Krautrock aslında türden ziyade bir bağımsız “Ruh”tur. O dönemin Alman gençlerinin ruhudur. Temeline bu ruhu yerleştiren grupların müziği, geniş bir sklada birçok alt kültüre temas ederek yoğrulmuş, bizlere binlerce muhteşem albüm bırakmıştır.

5 Nisan 2011 Salı

70'leri Seven Anne Profili


Ya bi insan annesini çok sevdiği halde gıcık olur mu? Eyvallah kabul, ondan kalan Pink Floyd, Deep Purple, Yardbirds, Arthur Brown'larla büyüdük...iyi de kadın benim dinlediğim albüm sayısını anca rüyasında görür. bendeki arşivi bulması için Türkiye'de benim gibi  adamlardan birini bulması lazım. Genre'lar hakkında yazdığım yazıları okusa göz yaşlarına boğulur.


Ama beraber oturup Deep purple, Comus ..vs dinlediğimizde o surat ifadesi yüzünden eksik olmuyor: "bizim müziğimiz..."  tamam Deep purple'ı anladık, ya iyide sen zamanında Comus'u duydun mu hiç? farketmiyo, bu ONUN müziği...:) İşte tam da burada ben gıcık oluyorum.
Neyse sonradan bu gıcıklığım bitti. Beraber Arthur Brown dinleyip keyfini çıkarmak çok daha güzel.... Bu arada kendileri Comus hastası, özellikle Drip Drip'in....

İlkide Bir Sonuda Bir

ilk ne yazılır bilmem...kocaman bi poşet içine doldurulmuş su gibi.  hele bi delik açsam ardından neler gelecek.
Neyse burada kendi kendime özelliklede 70'lerin müziği temelinde birşeyler yazacağım. Akılda kalacağına ortalarda bi yerde dursun...belki okuyan birileri çıkar. bilmem kaç bin albüm sahibi olup bunların yarısından fazlasını dinlemiş bir rahatsız olarak söyleyecek çok şeyim var...:) tanıdıklarım dışında başka manyaklar var mı merak ediyorum...