26 Haziran 2012 Salı

Progressive Rock'ın Kadın Vokalistleri (Bölüm-2)


“Brainticket”, 70’lerin zengin müzik dünyasına en az katkı yapan Avrupa  ülkelerden biri olan İsviçre kökenli olarak kabul edilseler de aslında farklı ülkelerden bir araya gelmiş müzisyenlerden oluşan bir gruptu. İlk 3 albümleri Cottonwoodhill, Psychonaut ve Celestiel Ocean ayrı ayrı incelenmesi gereken, Psychedelia Krautrock ve Kozmik müziğin en önemli örneklerinin başında gelen albümlerdendir. Bu bölüme konu olmasının nedeni 3 albümde 2 farklı kadın vokalist kullanılmasıdır.

Cottonwoodhill grubun ilk başarılı albümüdür. Bu albümde yaratılan Space, Kozmik atmofer, “Dawn Muir” in belki de eşi olmayan orgazm öncesi seksi, keskin, sıkıntılı ve çağlayan sesi ile tamamlanmış, ortaya eşsiz bir albüm çıkmıştır. Muir’in “Brainticket part I ve II” performansı inanılmazdır.
Muir’ın yerine  Psychonaut ve Celestial Ocean’da  “Jane Free” yer almış Muir’in aksine daha dingin bir ses ile müzikal atmosfere katkı sağlamıştır.

Deep Purple’ın Child in Time parçasını ben dahil sevmeyen, taktir etmeyen yoktur sanırım. Yıllar önce şarkının giriş melodisinin çalıntı olduğunu duyduğumda bu olaya inanmamış ama kendi kulaklarımla orjinalini dinledikten sonra ikna olmuştum. “It’s a Beatiful Day” grubunu ilk böyle tanımıştım. Tabi ki  Jon Lord’un esinlendiği !!!! “Bombay Calling” şarkısı ile...”Patti Santos” daha 17 yaşındayken bir manavda keşfedilmiş ve sonra grubun vokalisti olmuştur. Amerikalı grup It’s a beautiful day’in billboard’lara tırmanmasında, grubun ülke çapında tanınmasında Santos’un mainstream tarza uyan sesi oldukça faydalı olmuştur. Maalesef kendisi 1989 yılında, bir araba kazasında vefat etmiştir.

 90’lara ve 2000’lere gelindiğinde Avrupa’da birçok firma  70’lerin müziğini yeniden basma furyası başlatmış, bu araştırmalar sayesinde  zamanında yayınlanmamış, oldukça güzel albümler bulmuşlardır .(Bizde ki “21. Peron” buna en güzel örnektir). Bunlardan biri İngiliz “Axe” grubudur.  60 sonlarında kurulmuş grubun 69 yılında kayıt edilen ve 90’lar da günyüzüne çıkan “Live & Studio” albümü, dönem müziğini seven birçok kişiyi oldukça etkilemiştir. Bunda grubun gayet başarılı icra ettiği Psychedelic müziğin yanında “Vivienne” in vokali de etkili olmuştur. Özellikle “Strange Sights and Crimson Nights” ve “The Child Dreams” performansları başarılıdır.

Portekiz, Fransa işbiliğinden doğan “Cathrine Ribeiro”,  70’lerin Fransa’sın da en önemli figürlerden biriydi. Sert Fransizca’sı ile söylediği şarkılar, birçok enstrüman icat eden Patrice Moullet ve Ribeiro  işbirliği ile kurulan Cathrine Ribeiro & Alpes döneminde yankı buldu. Sert tonlardaki teatral sesini avant-garde, folk psychedelic ve deneysel müzik yapan grup ile çok uyumlu bir biçimde füzyonlamıştır. Ribeiro oldukça etkileyici bir sestir; özellikle “Paix” ve “Silen von Kathy” performansları eşsizdir. Kendisi 60 sonlarından bu yana hep müziğin için olmuş halen aktif kariyerine devam etmektedir. 

20 Haziran 2012 Çarşamba

Progressive Rock'ın Kadın Vokalistleri (Bölüm-1)


Geçen gün bir arkadaşımla sohbet ederken konu vokalistlerden açıldı. Tabi konumuz progressive rock olunca konuşulanlar 70’lerin vokalistleriydi. Evet progressive rock, müzik ağırlıklıdır ama iyi bir sese de kimse hayır demez. Hele bu ses bir kadına aitse...

Tüm rock camiasında erkek vokale daha sık rastlanır. Ama aynı camia da kadın vokalistin yeri her zaman ayrıdır. Daima daha fazla ilgi görmüşlerdir. Bunun birçok nedeni vardır:  Göreceli olarak Rock müziğin sert imajına ve yaşam tarzına kadınlardan çok erkeklerin daha uygun olması ve buna uyan bir kadın figürünün cazibesi , bunlardan biri olabilir. Neyse bu  ayrı bir konu...ne olursa olsun kadın vokalistlerin bıraktıkları etki oldukça sağlamdır. Kemik bir hayran kitlesine sahiptirler. Erkek dinleyenler için “ideal kadın”; kadın tarafı için özgürlüğün timsali  “rol model” olurlar. Popüler müziğin aksine Rock müzik dinleyenlerin seçiciliğinden midir bilmiyorum, kadın seslerin çoğunluğu çok “sağlam”  sese sahiptir.

Janis Joplin, Grace Slick... gibi 70’lerin öncü sesleri dışında da bu kadar ünlü olmamış ama çok güçlü sese sahip birçok kadın vokalist vardı. Özellikle Janis Joplin’in dünya müziğine bıraktığı etki öyle boyutlardaydı ki, her ülkeye bir “x ülkesinin Janis Joplin’i” tanımlaması geldi. Mesela Japonların “Carmen Maki” si. Progressive Kültürü derinliğine yaşamış olan Japonların en önemli kadın rock figürüydü. “Blues Creation” ve “Oz” ile çok güzel işlere imza attı. Özellikle “Carmen Maki & Oz” dönemi en polüler olduğu yıllardır. Bu birliktelikten çıkan “Tozasareta Machi” oldukça etkileyici ve taklit edilmesi zor bir şarkıdır. Maki’nin sesini tarif etmem gerekirse Ian gillan’ın dişi versiyonu diyebilirim. Ayrıca Carmen Maki birçok şarkısının da sözlerini yazmıştır.

Almanlara geldiğimizde örnek sayısı oldukça artmaktadır. Vaktinde Alman’ların en önemli Heavy Prog (Hard Rock) gruplarından olan “Frumpy” ve “Atlantis” in vokalisti, 70’lerin başında Almanların en iyi sesi seçilen “Inga Rumpf” tan söze başlamamız gerekir. Sigara ve alkolden harap olmuş, kendine has harika sesinin belki de başka bir örneği yoktur. Frumpy’yi kurmadan önce Dietmar Krause (sonradan Henry Cow’un vokalisti olan) ile “I.D. Company” adı altında bir albüm yapmışlardır. Albümün bir yüzünü Krause, öbür yüzünü Rumpf seslendirmiştir. Albümde Inga Rumpf tarafında ki “Bum Bum” dikkat çekmektedir. Özellikle Frumpy, karyerinin üst noktası olarak kabul edilir. Sözlerini yazdığı  “Take Care of Illusion” tüm Rock severlerin bilmesi gereken bir Frumpy şarkısıdır. Bildiğim kadarı ile hala aktif hala o yırtık sesi ile hala milleti büyülemektedir.

Daha önce de Hölderlin’i anlatırken değindiğim “Nanny de Ruig”, müzikal kariyeri tek bir albümle sınırlı olsa da yaptığı iş bugünlere taşınmış ve 70’lerin Alman müzik kültüründe hatırı sayılır bir yere sahip olmuştur . Yumuşak tonda ki sesi, Alman dilinin sertliğini bastırmakta ve grubun ilk albümde ki başarılı müziği başarılı bir biçimde tamamlamıştır. Özellikle “Requiem für einen wicht” grubun kariyerinde ki en önemli şarkılardan biridir.

Krautrock ekolünün en önemli gruplarından biri olan Amon Düül 2’nin vokalisti “Renata Knaup” dönemin en önemli isimlerinden biriydi. Grubun en önemli albümlerinde hep o vardı. Grup, onun 1975 yılında ayrılıp yine dönemin ekol gruplarından biri olan Popol Vuh’a katılmasıyla ivme kaybetmiştir.  Sesini çok farklı tonlarda kullanabilmektedir.Grubun kraut, psychedelic ve deneysel kimliğini oldukça iyi yansıtmıştır.

Bu yazı çok uzayacak...Sanırım burada kesmek, sonra “bölüm -2” olarak devam etmek daha doğru olacak....

12 Haziran 2012 Salı

Hanuman - Lied Des Teufels

Krautrock’ın müzikal yapısına rağmen kapsamının nasıl genişletildiğine daha önce değinmiştim.  Aslında müzikal bir yenilik/farklılık olarak doğan Krautrock zaman içerisinde tüm  Alman Müziğini tanımlamakta kullanılmıştır.  70’ler de Alman gruplar hangi alt kültüre yönelirlerse yönelsinler müziğe kendilerine ait bir damga vurmuşlar, kendilerince yorum katmışlardır.

Belli şehirler bu müzikal akımın öncüsü olmuştur. Bunlardan biri de  Hanuman’ın da kurulduğu  Berlin’dir. Grup,  1971 yılında Peter Barth (vokal, sax, flüt), Wolf Rudiger Uhlig (Klavye), Jorg Hahnfield (Bass) and Thomas Holm (Davul) tarafından kuruldu. İlk albümlerini aynı yıl, aynı isimle çıkardılar. Uhlig’in ayrılıp “Murphy Blend” e katılması ile gruba Ralf Schultze (Gitar, vokal) dahil olmuş, sonra isimlerini “Lied Des Teufels” olarak değiştirerek 1973 yılında 2. Albümlerini, 1975 yılında dağılmadan önce trampet’te Tom Newiger ve vokale Rita Prinz’i alarak son albümleri olan Höllisch Heisse Rockmusic’i çıkardılar. Ancak bu son albüm görece olarak ilk ikisini gölgesinde kalmıştır.

Müzikleri az da olsa Alman Krautrock akımının etkilerini taşıyan, politik sözleri olan, ağırlıklı olarak Fusion temellidir. Flüt ve Saksafon kullanımı grubu farklı kılmakta, bazı şarkıların belli bölümlerinde senfonik bir hava da yakalamaktadırlar. Bas-Davul uyumu etkileyicidir. Uzun müzikal pasajlarda birçok yaratıcı fikir ortaya koymakta, melodiler arasında ki geçişleri çok iyi yapmaktadırlar. Kısaca grup enstrüman kullanma ve yaratıcılık konularında oldukça başarılı ve yeteneklidir. Sözler Almanca’dır. Kimi zaman Peter Barth’ın vokaline, belli bölümlerde marş modunda söylediğinden, alışmak hiç te kolay değil. Grubun eleştirilen belki de tek tarafı budur.

Çıkardıkları ilk 2 albüm arasında tek fark Uhlig ve klavyesidir. İlk albüm’de klavyenin ağırlığı 2. Albümde yerini gitara bırakmıştır. Ama  müzikalite anlamında ilk iki albümde birbirinden başarılıdır. Grubun müzisyenlerine gelince: Uhlig dışında diğer elemanlar grup dağıldıktan sonra müzikal anlamda ortadan kaybolmuşlardır.

Her ne kadar müzik zevki göreceli de olsa aynı türün meşhur olmuş veya okulu kabul edilen grupları/albümleri ile karşılaştırdığımda bu grubun birçoğundan  fazlası olduğunu düşünüyorum. Belki Alman olmaları, politik almanca sözlere sahip olmaları hakkettikleri yerde bulunmamalarının nedenidir. Bunu bilemiyorum ama Fusion’a farklı bir yorum getirdikleri ve bunda da çok başarılı oldukları kesin.  

8 Haziran 2012 Cuma

Zorlamak


Bazen çoğumuzda popüler veya meşhur olandan kaçma vardır. Çok popüler oldu, herkes izledi diye bir filmi özellikle izlemezsin. Herkes konserine gidiyor diye sen belki sevsen bile özellikle gitmezsin. Herkes aynı ayakkabıdan alıyor diye sen almazsın, popüler bir mekan mı açıldı, sen hayatta gitmezsin. Hatta bunları yapanları  kendince aşağılarsın; sıra dışı görünürsün, böyle anılırsın. Göz önünde olmazsın. "Ben sizin gibi değilim..." 

Bazen de göz önünde olmaya çalışma, taktir edilme ve öne çıkma güdüleri vardır. Dikkat edin yaşlılara sorarsanız onların aileleri hep "bilmemkimlerden" gelir. Alakasız hikayeler anlatırlar aslında çok varlıklı olabilecekken "bir" nedenden dolayı olamadıkları ile ilgili. Sokakta mikrofonu görünce sıraya giren insanlar vardır, garip Tv programlara katılıp saçmalayanlar...Belkide bir şekilde popülerlik arayışıdır bu.

 Aynı ruh hali müzik zevkine de yansır. Herkes dinliyor, popüler diye müzik zevki oturtmaya çalışırız bünyeye. Yerine oturmayan ama zorlanmadan dolayı ucu eğilmiş bir puzzle parçası gibi. Veya farklı görünmek için daha niş bir kitleye hitap eden bir albüme, seviyormuş gibi ritm tutulur...Elit olabilme güdüsünün içsel tatmini için zorla Jazz veya klasik müzik dinlenmeye çalışılır. 

Bu zorlama işini ortaokulda bende yapmıştım. Çok kötüydü; birde gidip o kadar para vermiştim kasete. Albümün yarısına vardığımda kendi kendime ne halt ettiğimi soruyordum...kendime gıcık olmuştum, sanki kişiliğimi yitirmişim gibi geldi bana. Abartmıyorum, gerçekten böyle hissettim o gün...Bu olay bir müziği, grubu, albümü sevmemek değil. Sevmediğini bildiğin halde kendini dinlemeye zorlamak. Neyin ispatıysa...

Bunu yıllara yayan insanlar ile tanıştım. Söyleyemedim yüzlerine ama hep garip geldiler bana. Nasıl olabilir bu? Zorla bir müzik nasıl sevilebilir? Görücü usulü ile sevmediğin biri ile evlenmek gibi: "Yalan": seviyormuş gibi görünmek, "kaçamak" fırsat bulduğunda gizlice başka bir şey dinlemek...

Müzik insanı mutlu eder, hayal kurmanı sağlar, kanını hareketlendirir, sağlığına pozitif etkisi yaratır, huzurlu kılar, ruh halinden anlar, seni asla satmayan yakın dostun olur...

Önemli olan bu duyguları yaşayabiliyor olmak. nasıl olursa olsun...kim ne derse desin...hangi tarz hangi tür fark etmez...

 En kötüsü de bunları hiçbiri ile yaşayamayanlar. İşte o çok acı. Dünya nimetlerinden faydalanmayanların çilehanelerde ömür tüketmesi gibi...


Nietzsche ne demiş: “Eğer müzik akla ve duygununn üst katlarına seslenmemiş olsaydı ona sanat diyemezdik, onu basit gösteri danslarının estetik katına alırdık. Bütün sanatlar içinde yapısı gereği insan duygularını en çok avucu içine alan fiziksel olarak insanı büyüleme gücü en yüksek olan sanattır müzik.”