Bazen ifadelerin, anlatımların değeri (gerçek veya yapay, farketmez)
tezatlarının verilmesiyle ortaya çıkar. Bir arkadaşlığın değeri en çok,
yalnızlıkta veya düşman ortamında anlaşılır. Biri fiziksel diğeri tinsel
tezat. Din icadı değil mi şeytan imgesi ile insanlara korku salarak tanrıya
yaklaştırmaya çalışan? İyiliğe (kime göre, neye göre?) görütmek için kötülüğü
yaratmak...
Ne olursa olsun, hangi taraf seçilirse seçilsin karmaşık
duygulardır asıl hakim olan. Şaşkınlık, öfke, korku, sevinç...doğruların karışımıdır
aslında, subjektif doğruların... problemi de, güzelliği de, nefreti de provoke
eden bu değil midir zaten? Kontrol edilebildiği oranda heyecanlıdır bu deniz.
Aksi hali tehlikeli olabilir...
Comus tezatlıkların grubudur gözümde. Ayrı bir parantez’de,
ayrı bir köşede konsantre olarak incelenmelidir. Çünkü bunu fazlası ile hak
ediyor. Burada konumuz ise grubun beynimizi, ruhumuzu parçalayan
tezatlıklarından biri: Bobbie Watson...
16 yaşında macera uğruna okulu bırakıp Comus’un temellerini
atan Roger Wootton, Glen Goring ve Andy Hellaby’nin yaşadığı Londra’da ki komün
evine gelir. Evde hep müzik vardır; pikaptan veya canlı...Zaten akabinde Comus kurulur
ve 1971’de epik, başyapıt albümleri “First Utterance” çıkar. Albümde Watson, grubun en önemli adamı
konumunda ki Roger Wootton ile vokali paylaşır. Wootton kötü adam, şeytan, iblis iken Watson büyülü,
nazik, melek tarafıdır. İlk single’ları Diana’da ki düetlerinde bunu açıkça
görebilirsiniz. Watson’ın tek başına söylediği “The Harald” performansı oldukça
etkileyicidir. Yine Wootten ile düet yaptığı “The Bite” ve albüm genelinde ki
back vokali kesinlikle iyinin timsali...subjektif olarak...
“Principal Edwards Magic Theatre”, Exeter üniversite’li 14 gencin okullarını
bırakarak sanatsal amaçlar ile bir çiftlik evine yerleşip komün hayat kurmaları
ile başlamış oldu. Müzik temelinde ışık
gösterileri ve dans ile bezenmiş folk müziğin önemli figürlerinden biri de
etkileyici ve kendinden emin sesi ile Vivienne McAuliffe olmuştur. Meslektaşı
Bobbie Watson’ a nazaran daha sakin ve olgun bir sese sahiptir. Özellikle “Autumn
Lady Dancing” performansı başarılıdır.
Watson ile ortak yanları back vokal performansları birbirlerine yakın olmasıdır.
Zaman zaman wah wah eşliğinde heavy, çoğunlukla Jazz Rock
temelli tarzına münhasır Catapilla’nın bir o kadar enteresan vokalisti Anna Meek’ten
bahsetmemek büyük eksiklik olur. Kendisini bazen Pell Mell’in vokalisti Rudolf Schonn’un kadın
versiyonu olarak görürüm. Sakin sesi bir
anda çığrından çıkıp herşeyi darmadağın edebiliyor. Aynı şarkı içerisinde
sesini farklı uçlarda kullanmayı, bu kadar keskin çizgilerde yapabilen nadir
kişilerden biridir. 5 saniye içerisinde melek, şeytana dönüşebiliyor. Sesinin bir
çok yerde müziğin önüne geçtiği aşikar.Ama kesinlikle vasat değil...ya dahice
ya da çok kötü...tabi subjektif olarak...