24 Mayıs 2012 Perşembe

Zartong - Zartong


Algılarımızı sınırladığımızda bakış açımızda körelir; gelişmez.  Bunun sonunda elde ettiiğimiz alışkanlık bizi geri kalan dünyadan alıkoyar. Hayal gücümüzü kullanmamızı engeller. Halbuki işin en zevkli, en bize ait olan tarafı da bu değil mi? Niye kendimizi bundan mahrum edelim ki? Niye alışkanlıklarımıza asılı kalalım ki?

Moğollar, Rock dünyasına “saz”ı kazandıran grup olarak geçiyor. Adına da “Turkish Sitar” diyorlar. Tanım bile ne kadar şaşırdıklarını gösteriyor. Belli ki Sitar onları afallatmış ki, aynı etkiyi bizim saz’a yüklüyorlar. Halbuki bizim için son derece alışıldık, bilindik bir enstrüman. Ama Rock müzik içerisinde kullanılıyor olması, evet kabul etmek lazım gerçekten inovatif...

Zartong, 70 sonlarına ait bildiğim tek Rock kökenli  Ermeni  grup. İlk ve tek albümlerini 1979 yılında aynı ad ile Fransa’da çıkardılar. System of a Down’a görülen Milliyetçilik, Soykırım iddiası..vb. gibi konular bu grup ta da mevcuttur.

Grubun, benim için ilginç olan tarafı ise yaptıkları müzik. Space Rock, Senfonik ve Folk fikirleri sıkça bulabileceğiniz bir albüm. (Bildiğim kadarı ile 80 öncesi Progressive Rock içerisinde Kemençeyi kullanan ilk ve tek grup).  Klavye  kullanımı oldukça güçlü. Bu yüzden Space Rock izleri sıkça karşınıza çıkmakta. Albümde Gitar solosundan ziyade Bas sololarına rastlıyorsunuz. Müzik ile yarattıkları atmosfer genelde karanlık ve depresif.  Bu kasvetli yanlarını en çok “Kemençe” ile yansıtıyorlar.


Bizim için Kemençe sanki  Horon için yaratılmış, karadenize ait hızlı ritimlerle çalınan, çalanın da vokal yaptığı bir enstrümandır.  Sanki başka şekillerde kullanılmazmış gibi bir önyargımız var. En azından  bende vardı.  Ancak Zartong Kemençeyi “bizim alıştığımız” biçimde değil de biraz daha keman vari kullanmış. Kemençe hangi ırka, millete aittir bilemem ama müziğe çok yakıştığını söylemeliyim. Nasıl tarif etsek “Blacksea Violin” veya “Southwestern Violin”...



Gurbet diyarlarında vatan şarkıları yapmış ve müziklerinde etnik kimliklerini günün popüler kültürü olan Rock müzik içerisine başarı ile yerleştirmiş bir gruptur Zartong...

   

15 Mayıs 2012 Salı

Vokal(siz)!


Progressive Rock gruplarının ortak noktalarından biri de  genelde bir vokaliste sahip olmamalarıdır. Muhtemelen ihtiyaçları yoktu. O kadar uzun, vokalsiz, enstrümantal pasajlarda vokalistin rolü ne olabilirdi ki?

Bu ihtiyacı grupta çalan ve sesi en iyi olan ile karşıladılar. Müzik ön planda olduğundan çok ta kötü tepki almadılar zamanında. Mesela Eloy...2. albümleri “Inside” ı çıkarmadan önce bazı politik sebeplerden dolayı vokalist Erich Schriever gruptan ayrılmış, gitarist Frank Bornemann hem gitar hem lead vokal yapmak durumunda kalmıştır. Müthiş bir sese sahip olmamasına, bu durumun kendisi tarafından bilinmesine ve bir vokalist arayışına girmesine rağmen Eloy hayranlarından gelen yoğun isteği kırmayıp vokal yapmaya devam etmiştir. Grup bu albümle beraber uzunca sürecek  başarılı bir albüm serisi yakalamış ve bugün hepimizin bildiği o şöhretlerinin temelini atmışlardır.
Comus’ta da durum pek farklı değil. Benim için müzik tarihinin en önemli albümlerinden biri olan “First Utterance” ın baş yapıtı “Drip Drip”’in vokalini grubun beyni ve gitaristi Roger Wooten yapmaktadır. İşin enteresan tarafı, bu şarkıyı ilk dinlemenizde Wooten’ın sesi pek çoğuna göre itici gelmektedir.  Pek çoğu diyorum çünkü yazı yazdığım birçok yabancı site ve blogda Wooten ile ilgili ortak görüş budur. Ta ki şarkıya aşık olup birkaç kere üst üste dinleyene kadar...şimdi bendeki kanı da bu şarkının başka biri tarafından bu kadar başarılı söylenemeyeceği yönünde...

1969’da daha bizde reşit sayılmayan yaşta kurduğu Mythos grubu ile 2 yıl sonra çıkardıkları aynı adlı albümlerinde gitar, synth, flüt çalan, şarkı sölerini yazıp besteleri yapan Stefan Kaske aynı zamanda grubun vokalistiydi. İyi bir vokalist olmadığını kendi bile kabul etse de sesi Mythos’un kaotik, karanlık kimliği ile çok doğru örtüşüyordu.

Geçenlerde vefat eden ünlü Danimarkalı grup Alrune Rod’un hem basisti hem de vokalisti Leif Roden’da fanlar tarafından tarzı sevilen bir isimdi. Özellikle ilk albümleri Alrune Rod (1969) ’da “Bjergsange” ve “Resjen Hjem” ve en popüler albümleri olan “Hej Du” da “Perlesoen” performansları grubun Van Der Graaf Generator vari duygusal ve içsel kimliği ile mükemmel düzeyde uyuşmaktaydı. 

“Guru Guru”’nun gitaristi Ax Genrich, Renata Knaup dışında “Amon Düül 2”’de vokal yapanlar, “Fred”’den David Rose ve Mike Robinson...vb. ile bu listeyi daha da genişletebiliriz.

Yukarıda ki örnekler göreceli olarak sesleri mükemmel olmayan ama çok sevilen müzisyenler. Zaten birçoğu da bu konuda hiç birzaman iddialı olmamışlar.  Bunun aksi örnekleride var: Van der Graaf Generator’un büyük üstadı Pete Hammill, Focus’tan Thijs Van Leer...vb. bir enstrüman çalsalar vokal güçleri ile de ön plana çıkmışlardır.

Tabi öyle vokalistler var ki kendi başlarına birer enstrüman diyebiliriz. Buna en güzel örnek David Byron olurdu. Onun lakabı, sanırım Ken Hensley tarafından konulmuş olan, bir enstrümanı çağrıştırdığından, “Davotron” du. Muhtemelen Mellotron’dan türetilmiş bir isim...

Şarkının ruhu müzikte, müziğin ruhu da onu yapanlardadır diye düşünürüm hep. Vokal sanki pastanın üzerine konan çikolata parçaları veya krema gibi. Kremanın iyi olması için pastanın içeriğinde kullanılan malzemelere uygun olması şart. En azından benim için...

8 Mayıs 2012 Salı

Embryo - Steig Aus


Embryo çok enteresan ama bir o kadar da başarılı bir gruptur. Eğer eşi olmayan, taklit edilemeyecek gruplar listesi hazırlansa Embryo başı çekenlerden biri olurdu.

Müzikal anlamda olmasa da yapısal anlamda King Crimson’a benzediğini söyleyebilirim. Nasıl ki grup  Robert Fripp’in etrafında kurulmuşsa, Embryo’da Chris Burchard’ın etrafında 60 sonlarında kurulmuş ve öyle devam etmiştir. KC gibi aynı kadro ile çıkardıkları albüm sanırım yoktur. Varsa da ben bilmiyorum.  Her albümde kadro değişse de Burchard çok önemli müzisyenlerle çalışmıştır. Bunlardan en önemlisi Roman Bunka’dır. Edgar Hoffman’ı da unutmamak gerekir. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki Burchard’a Bunka ve Hoffman eşlik etmemiş olsaydı Embryo Embryo olamazdı.  Bu 3lünün en önemli ve diğerlerinden ayıran özellikleri multi- enstrümantalist olmalarıdır. Hatta 3 kelime ile Embryo: “Multi enstrumantalistlerin grubudur” diyebilirim.

Herşey, pek bilinmez ama Burchard’ın kısa Amon Düül macerasından sonra, Embryo’yu kurması ile başladı. Bunka ve Hoffman’ın katılmasıyla grup ideal kadrosunu buldu. Birçok albümde çok önemli konuk sanatçılar ile çalıştılar. Bunlardan bazıları: Chris Karrer (Amon Düül 2), Michel hamel (Between), Sigi (Et catera), Dieter Miekautsch (Missus Beastly)

Embryo genel olarak etnik melodileri fusion içerisine başarı ile yerleştirmiş bir gruptur. Bunu hem ruhen hem de enstruman çerçevesinde yapabilmekteler.  Buldukları herşeyi çalabilme yetenekleri 70’lerin sonlarına doğru 1 seneye yakın sürecek bir uzak doğu seyahati ile iyice ön plana çıktı. Bu hippi seyahat ile beraber “Vagabunden Karawane” (Göçebe Karavanı) adı verdikleri, kendilerini ve deneyimlerini  anlattıkları bir belgesel çektiler. Bu anlatım tabi ki müzikti. Buldukları her yerde o yöre müzisyenleri ile emprovize müzik yaptılar. 70 sonlarında müzikleri iyice etnik tarafa kaydı. Bugün Roman Bunka kırmızı Fender’i ile hatırlandığı kadar Ud’u ile de anılmaktadır.

Kısa bir Embryo girişinden sonra albüme gelelim. “Steig Aus” 1973 yılında yayınlandı. Albüm, bu sınır tanımaz  dahi grubun kabul edilen en başarılı albümlerinin başında gelir. Steig Aus grubun karakterini, müziğini ve bakışını belkide en iyi anlatan 3 parçalık envanterdir. Fusion kökeninde uzun bağımsız pasajlar, etnik fikirler ve emprovizasyon ilk dikkati çeken unsurlardır. İlk şarkının (Radio Marrakesh-  Orient Express) son bölümlerine doğru Roman Bunka’nın harika doğu ezgili solosu eşliğinde bir jam band kimliğine bürünürler. Aslında bu şarkı kuzey afrika konser turnesinden sonra kayıt edilmiştir. Turnenin etkisi oldukça belirgindir.  “Dreaming Girls” daha jazz’a yakın duran bir şarkıdır. Enstrümantal olan albümün bu şarkısında solist kemandır ve icrası oldukça başarılıdır. Jörg Evers’in özgür tonlarda giden güçlü bas gitar kullanımı şarkı boyunca dikkat çeker. “Call” inişli çıkışlı emprovizasyonun önde olduğu albümün en uzun şarkısıdır. Ne kadar jazz, etnik..vb. desekte Embryo bir Alman grubudur ve Kraut ruhu bu şarkı ve tüm albümde görülebilir. Bu albümden sonra etnik kimlikleri iyice ön plana çıkacaktır...

Embryo’yu bir albümde anlatmak ve anlamak müziklerine ve fikirlerine haksızlık olur. O değeri alsın almasın Alman müzik tarihinin en önemli gruplarından birinin harika albümüdür Steig Aus...Embryo başlı başına bir ekol, Steig Aus ise başından sonuna kadar bir başyapıttır...

3 Mayıs 2012 Perşembe

9-Canterbury


Yine İngiltere’de doğmuş ve kabul edilen en saygın janralardan biri olan Canterbury, ismini  İngiltere’de Katedrali ile ünlü bir şehrinden almıştır.  Janra’nın temelleri, bu şehirde yaşayan bir grup gencin “Wilde Flowers” adlı grubun kurulması ile atıldı. 1964-67 arasında aktif kalan Wilde Flowers’ın zamanında bir albümü yayınlanmadı ama grubun üyeleri ve etrafındakiler janranın temel gruplarını oluşturdular.

Bir önceki yazımda bahsetiğim Robert Wyatt, janra’nın belki de en önemli yüzüdür. Ancak daha sonraki röportajlarında bu Canterbury ismi ile pek iyi geçinemediğini , sadece okumaya geldiği şehre kendini ait hissetmediğini söyleyecekti. Hugh Hopper’da yapılan başka bir röportajda bu ismi basının koyduğunu kendileri ile bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

Wyatt ve arkadaşı Daevid Allen(kendisi Avustralyalıdır) ’dan doğan bazı fikirler, hem Wilde Flowers’ın gelişiminde hem de sonrasında kurulan grupların farklı bir müzikal anlayış ile sahneye çıkmalarında oldukça etkili olmuştur. 1963’te Hugh Hopper, Robert Wyatt ve Allen “The Daevid Allen Trio’yu kurdular.

Sonrasında Wilde Flowers’ta çalan Hugh Hopper, Robert Wyatt, Kevin Ayers “Soft Machine”’i , Richard Sinclair,  Pye Hastings, David Sinclair ve Richard Coughlan ise “Caravan” ı kurmuştur. Diğer tarafta ise Daevid Allen “Gong” un temellerini atmıştır. Bu 3 grup janranın temelindeki gruplar olarak kabul edilir.
Kısaca özetlemek gerekirse canterbury’den çıkma bir grup arkadaşın müziğidir Canterbury. Yeni kurulan grupların çoğu yukarıda ismi geçen adamların farklı müzikal gruplaşmalarından dünyaya gelmiştir. Birkaç örnek vermek gerekirse Robert Wyatt Soft Machine’den sonra Matching Mole’u kurdu; Richard Sinclair “Hatfield & North” ve “Camel” da;  Pip Pyle “National Health” ve Hatfield & North’da; Hugh Hopper “Gilgamesh” “Isotope” ve “Soft Heap” te, Kevin Ayers solo kariyerinde;  David Sinclair Camel ve Matching Mole’da; müziğe devam ettiler. Bu liste daha da uzar...

Jazz (ağırlıkla Fusion) temelinde,  uzun emprovize pasajların olduğu, değişik şarkı sözleri ile süslenmiş, Psychedelic, avant-garde fikirlerin resmedildiği bir türdür. Aslında yukarıda adı geçen gruplar tarz olarak çok ta birbirlerine yakın değildirler. Bu yaptığım tanım nispeten ortak noktalarıdır. Zaman içerisinde Soft Machine daha çok Fusion’a yaklaşırken, Caravan Folk ezgilere yakın durmuş, Gong tamamen Psychedelia’ya kaymıştır. Bu üçlüden sonra kurulan National Health, Hatfield & North gibi gruplarda şarkı sözleri 2. Planda kalmıştır.  
 
“Rock-in Oppositon” (RIO) janra adını  müzikal bir ayrımdan almadığını daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. RIO dahilindeki grupların çoğu müzikal anlamda, diğer janralar ile kıyaslandığında,  Canterbury’e daha yakın dururlar. En önemli örnek “Henry Cow”’dur.  

Yukarıdakiler dışında, tarzın önemli gruplarına ek olarak, “Egg”, “Cahoots”, “Centipede”, “Supersister”, “Khan”, “Steve Hillage”(İngiltere) “Moving Gelatine Plates”(Fransa) ve Zyma (Almanya) gösterilebilir.