24 Mayıs 2011 Salı

1-Proto Prog

Janralara ilk olarak proto progressive’den başlamak gerekir. Daha once Psychedelia döneminden bahsetmiştim. Şimdi yapacağım şey bunu biraz daha süslemek olacak…

60’larda, yani Progressive Rock müziğin henüz tanım kazanmadığı yıllarda farklı fikirler, hayat tarzları…müzikal dönüşümü tetikledi. Birçok grup ortaya çıktı ve herbirinin kendine özgü bir sound’u, bir tarzı vardı. Bu dönemde yapılan müzik Progressive Rock müziğin doğuşunda temel etkenlerin başında kabul edilir. Farklı müzikal yapılar, tematik albümler, uzun pasajlar, rüya ve gerçeklik kokan, korkusuzca yazılan uçuk ve aykırı şarkı sözleri, uyuşturucunun müziğe daha yoğun olarak girmesi, düzen ve savaş karşıtı görüşlerin müziğe fazlaca yansıması gibi başlıklar o dönemin müziğini farklı kılmaktaydı.   

60’lı yıllarda çıkan gruplar veya müzisyenler progressive rock müziğin tam anlamı ile doğduğu yıllardan önce ortaya çıkmışlar ancak geleceğe temel olmuşlardır. Bu yüzden müzik tarzları ve grup yapıları farklı olsada bu gruplar Proto prog başlığı altında toplanmıştır.
Başta İngiltere ve Amerika olmak üzere etkileri tüm dünyada hissedilen grupların başlıcaları: Deep Purple, Pink Floyd, The Doors, Arthur Brown, Janis Joplin, Jimi Hendrix, The Who, Yardbirds,Jefferson Airplane, Beatles, Iron Butterfly, Rolling Stones, Nice, Traffic,Vanilla Fudge, Moody Blues, Frank Zappa, The Kinks, Small Faces, Spirit, The Byrds…gibi grup ve müzisyenlerdir.
,
Burada Deep Purple, Pink Floyd …vb. gibi yazdığım bazı gruplar 70’ler de müzikal kariyerlerine devam etmiş ve daha sonraki yazılarımda değineceğim  üzere farklı janralar altında kabul edilmişlerdir. Burada onların isimlerini yazmamın nedeni 60’larda çıkardıkları albümlerin bu tanım altına girmesidir. Zaten birçok grubun kariyerlerinde çıkardıkları albümler hatta aynı albümdeki şarkılar bile farklı janralardan izler taşımaktadır. Bu yüzden aynı grubu farklı janralar altında görmeniz doğaldır. 

12 Mayıs 2011 Perşembe

Progressive Rock Janra'ları

Janra’lar müzikten doğdu ve  müziği tanımlamak için kullanılırlar. Daha doğrusu müzikal farklılıkları belirtmek için kullanılırlar. Ancak grup bazında bu durum yeterince tatmin edici değildir; özellikle 60 sonları ve 70 lerde müzik yapan gruplar için…

Bir grubu tanımlamak için onlara atfedilen janra zaman içersinde grubun müziğindeki, grup elemanlarındaki değişme ve farklı yönlere eğilimler ile anlamsızlaşabilir. Bu durum çok normaldir çünki o dönemde müzikte deneysellik ve “farklı” boyutlarda gezinmek oldukça popülerdi.  Bu yüzden bir progressive rock grubunu tanımlarken onları genel bir janranın altında tutmak çoğu zaman müzikleri ve zaman içerisinde ki gelişimleri hakkında tam anlamı ile bilgi vermeyecektir.

Aynı okyanusun derinliği birçok noktada farklılık gösterdiği gibi Progressive Rock şemsiyesi altında yapılan müziklerde birbirlerinden çok farklıdır. Janra’lar birer kalıp olarak düşünülürse, enstrümanların oluşturduğu armoni temelinde yapılan müzik bu kalıplara uğrayan sabit olmayan bir olgu olarak kabul edilebilir. Bu yüzden bu kalıpların, yani janraların neler olduğunu bilmek, album hatta şarkı detayına inildiğinde müziği anlatmada veya grupların zaman içindeki değişimlerinin yönünü tanımlamada fikir vermesi açısından önemlidir.

Yeterince tatmin edici değil derken kastettiğim; öyle gruplar var ki onları bu kalıplar ile tanımlamaya çalışmak pekte doğru değil. Fin Haikara, Alman Ejwuusl Wessahqqan…ve daha birçoğunu buna örnek verebilirim.

Janra’lardan bağımsız olarak Progressive Rock’ın ana ülkesi tartışmasız İngiltere’dir. Öncü gruplar King Crimson, Soft Machine, Pink Floyd, Genesis, Emerson Lake & Palmer, Yes, Gentle Giant, Jethro Tull, Van Der Graaf Generator olarak kabul edilmektedir. Durum böyle olunca birçok janra’nın doğuş hikayelerinin temeli İngiltere’dir. Janralara gelecek olursak:
Proto Prog, Jazz-Rock/Fusion, Symphonic Rock, Space Rock, Heavy Progressive,Psychedelic Rock, Italian Symphonic Rock, Krautrock, RIO (rock in opposition), Zeuhl, Folk Progressive, Canterbury, Crossover, neo-progressive…dir.

Bu tanımlar dışında post rock, math rock, kozmigroov, chamber. Indo-fusion,artrock…gibi başlıklar bulmanız mümkündür. Ancak bunlar zaten yazdığım tanımlar içerisinde bir şekilde yer almaktadır veya bana göre progressive rock şemsiyesi altında olmaları çokta anlamlı değildir.

Daha öncede söylediğim gibi müziği tanımlamak oldukça zordur. Hiçbir grup bir diğerinin aynısı değildir.Aynı janra altında olan grupların rekleri birbirlerinden çok farkıdır. Hele ki yaratıcılığın ve farklı fikirlerin havada uçuştuğu 70’lerde…


   

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Progressive Rock

60’larda Rock müziği etrafında bunlar yaşanırken, 1969 yazında Hyde Park’da Rolling Stones’un alt gurubu olarak herkesi müziği ile şaşırtan bir grup sahne aldı. Bu grup King Crimson’dı. Amaçları seyirciyi şaşırtmaktı ve bunu fazlası ile başardılar. Temelleri Michael Giles, Peter Giles ve Robert Fripp’in oluşturduğu Giles, Giles & Fripp grubuna dayanan King Crimson seyirciden aldığı olumlu tepki neticesinde kısa bir süre sonra Psychedelia’nın Progressive Rock’a enkarnasyonunun kabul edilen temel albümü olan “The Court of the Crimson King”i çıkardılar.

Her ne kadar son bir kaç senede gençlik Rock müzik üzerinden farklı fikirler doğuruyor olsada, yaratıcılığın bir okyanus olduğu o günlerde ilk büyük nehir King Crimson’dı. Albüm kaotik, sürreal  ve deneysel  bir atmosphere sahipti. Tek bir şarkı içinde bile birçok duyguyu veya tanımlamayı bulmak mümkündü.  Politik, nefret dolu, duygusal, deli, sakin, karanlık,depresif, estetik…eklektik…

Tüm bunların parça parça görüldüğü olmuştu ama tek bir kompozisyon içerisinde, üflemeliler eşliğinde bir concept, bir bütün olarak bu daha once hiç verilmemişti. 60’ların2.  yarısından itibaren gelişen müzik artık farklı bir konuma geldi ve bunun etkileri tüm dünyada görülmeye başladı.

Progressive Rock’ın farklı tanımları mevcuttur. Ancak verilecek en uygun tanım: farklı müzikal kültürlerin (özellikle Jazz, Folk/Etnik, Klasik) Rock temelinde bir araya gelmesi ve yorumlanması ile klasik Rock kalıplarının dışına çıkan yeni, yaratıcı ve deneysel bir müziktir. Tüm bunların yanında bu grupların veya müziğin bazı ortak noktaları mevcuttur. Müzikte sanat ve estetik anlayışı mevcuttur. Pasajlar genelde uzundur; şarkı içerisinde şarkılar (fikirler) mevcuttur, bu yüzden gel-gitler, iniş-çıkışlar oldukça fazladır. Emprovizasyon oldukça yoğundur; müzik ön planda olduğundan şarkılar içerisinde vokale ihtiyaç duyulduğu vakit genelde bu işi aralarında en iyi sese sahip olan yapar, yani extra bir vokalist genelde yoktur.  Klasik Rock enstrümanları dışında hammond org , sitar, flüt, keman, saksafon, mellotron…vs. kullanılmıştır. İlham kaynakları arasında Stravinsky… (klasik müzik) ve Coltrane… (jazz) gibi farklı müzik ekollerinden isimlerde mevcuttur.
Müziği anlatmak zordur; Hele bu müzik Progressive Rock ise bu iş daha da zor. Özgürlüğü açıklamak ne kadar zor ise müziği açıklamak ta o kadar zordur. Çünkü özgürlük kişiye göre değişen veya algılanan bir kavramdır. 60 ve 70’lerin müziğinin tüm dünyaya hatta gruplara olan etkisi farklılıklar gözetmiştir. Kimi gruplar Jazz kökeniden gelmekte Jazz ve Rock (Fusion)müziğin ışığında müzik yapmakta, kimileri kendi etnik, yöresel müziklerini Rock müzik ile birleştirmektedir. (Buna bizdeki en yakın örnek Moğollar’dır.) Gruplar aynı kuşağın gençleri olsada etkilenimleri birbirlerinden farklı oldu. Daha öncede yazdığım gibi birçok grubun, ülkenin  farklı “yaşanmışlıkları” vardı. İngiliz Comus ile Alman Frumpy’nin müzikleri, dönemsel olarak aynı havuzda dursalar da müzikal anlamda birbirlerinden oldukça farklıydılar. Tüm bu farklı fikirler, yorumlar, yaşanmışlıklar, etkilenmeler… beraberinde “Janra” kavramını Progressive Rock’a mecburen getirdi.

Ancak Janra’larda bazen grupları tanımlama açısından kafa karıştırıcı olmaktadır. Bunun nedeni grupların bir çoğu müzikal kariyerlerinde, albümlerinde hatta aynı şarkı içerinde bile müziklerinde ciddi farklılıklar göstermeleridir. Bu da birçok grubu birkaç janra ile açıklama gereğini doğurdu.  Buna en iyi örnek Pink Floyd’dur. Genelde Space Rock olarak adlandırılsalar da kariyerlerinde, Psychedelic Rock, Senfonik Rock’a uyan albümler mevcuttur.

En iyisi işe Janra’ların tanımları, nasıl çıktıkları, öncü grupları, önemli albümleri…vs. ile başlamak. Böylece albüm yorumlarına geçtiğimde müziği anlatmak biraz daha kolay olacak…

3 Mayıs 2011 Salı

Psychedelic Rock

Progressive rock’ın doğuşunu anlayabilmek için biraz daha öncesine gitmek gerekir.  Hatta ta William Burroughs’lara, Jack Kerouac’lara, Ginsberg’lere kadar…Beat kuşağı, her nekadar bizdeki anlamı ile dünyada kullanılan anlamı farklı olsada bizim tanımımıza göre “Beatnik” leri doğurdu. Aykırı, gelecek kaygısı olmayan, hiçbirşeyi umursamayan, sex’e geniş açı ile bakan, uyuşturucu ve alkol düzleminde yaşama tutunmaya çalışan bir kitle… kısaca toplumu bir düzen(!)de tutan ne varsa aksini yapan bazılarının tanımlamasına göre “aşağı tırmananlar”…

40’lar ve 50’lerde filizlenen Beatnik’ler ve Hipster’lar kendilerinden sonra gelen kuşağı tahmin edemeyecekleri boyutta etkilediler. Daha öncede söylediğim gibi müzik, hayat tarzı ve yaşanmışlık ile tarihin çeşitli vakitlerinde değişime uğramış ve popular kültürün aynası olmuştur. Bu etki, özellikle 1942-49 yıllarında doğan gençler de yoğun olarak görüldü.

O dönemin müziğine baktığımzda Jazz, Blues, Bop, Rock’n Roll, önde gelen popüler kültürlerdi. Dönemin gençlerini etkileyecek ve etkileyen müzik tarzları bunlardı. Ancak gençlik, olanı taklit etmekten ziyade kendilerine özgü birşeyler yapmayı tercih ettiler. Bu “birşeyler” biraz daha basit, biraz daha sert ve biraz daha aykırı olacaktı…Bu anlayış o dönemin 2 ülkesinde ağırlıklı olarak yeşerdi. Amerika ve İngiltere…Bu dönem ile birlikte bu 2 ülke uzunca bir süre müzikal anlamda bir çekişmeye girdiler. İngiltere biraz daha hızlı olan taraftı. 60’ların ilk yarısında Beatles’ın önderliğinde,The Yardbirds, Rolling Stones, The Animals, The Kinks …gibi gruplar ortaya çıktı. Özellikler Yardbird’s Rock müzik tarihinin en önemli okullarından biri oldu. Jimmy Page, Eric Clapton ve Jeff Beck gibi ustaların yetiştiği bir okul…Rolling Stones ve Beatles’ın eriştikleri konumdan bahsetmeye gerek yok zaten.

Amerika, 60’ların ortasından itibaren bu yarışa ortak oldu. Velvet Undergound, The Doors, her ne kadar ününü İngiltere’de bulsa da Jimi Hendrix, Janis Joplin, Jefferson Airplane,13th Floor Elevators…vs. bu dönemin önemli isimleriydiler. Amerika “aykırılığı” çok çabuk keşfetti. Bir gün Jefferson Airplane’in vokalisti Grace Slick, Beyaz Saraya davet edildiği bir partide Amerikan başkanı  Nixon’ın içkisine LSD atma amacı ile uzun tırnağının içinde içeri uyuşturucu sokmaya kalkıştı. Ancak grubun şarkı sözlerinden (genelde grubun şarkı sözleri uyuşturucu ve sex ile ilgiliydi ve çoğunu o yazardı)  dolayı ismi FBI listesindeydi ve içeri girmesi güvenlik tarafından engellenmişti. Grace Slick’in bir cümlesi gençliğin düşünce yapısını ortaya koyuyordu. Beatles’ın “I wanna Hold your hand” şarkısına cevaben “tabiki onun elini tutmak istemiyorsun, onu becermek istiyorsun” diyordu.  Tüm bunları düşünürsek müziğin aykırılıktan doğduğunu rahatça görebiliriz. Bu saydığım isimler ve gruplar müzikleri ile birlikte aykırı yaşam tarzları ile de öne çıktılar. 27 yaş sendromu (ölümleri) Rock tarihine Amerikan müzisyenlerinin armağan ettiği bir lanet oldu.

Amerika dolu dizgin giderken İngiltere henüz Rock’n Roll’dan sıyrılamamış, tam anlamıyla birşeyler yerli yerine oturmamıştı. 60’ların ortalarında İngiltere’de bazı şeyler değişmeye başyadı. The Who ve Cream gibi çok önemli gruplar kuruldu.  Grup müziği dışında bireysel yetenekli müzisyenlerde kendilerini göstermeye başladılar. Sadece bu 2 grupta Keith Moon, Eric Clapton, Pete Townsend, Ginger Baker gibi önemli virtüözler mevcuttu.

Işin siyasi ve toplumsal boyutuna bakar isek, gençliğin Vietnam Savaşına olan karşıtlığı beraberinde barış yanlılığını, dünyayı değiştirme güdüsünü, uyuşturucu ve seks’in serbestliği, kısaca limitleri olmayan bir özgürlük anlayışını doğurdu. Yani “Çiçek Çocuklar”ı… Gençlik  kapitalist düzeni protesto ediyor ve bu düzenin oluşturduğu toplum anlayışına karşı çıkıyordu. Bir “Underground Kültür” doğuyordu. Bu özgürlük anlayışı ve Albert Hofmann’ın keşfettiği halisünatik/Psychedelic  etkileri olan LSD kullanımı gençlik arasında çok popular olmaya başladı. Zaten bu döneme “Psychedelia” denmesinin altında yatan esas neden LSD tribinin yaşattıklarıdır.

Gençliğin eğilimi ve düşünce tarzının müziklerini etkilemesi kaçınılmazdı.  1966 yılında bir İngiliz grubu olan Pink Floyd, Syd Barrett önderliğinde ilk albümünü çıkardı; The Piper at the gates of Dawn”. Müzik farklıydı, sözler değişikti, bir formu yokt, kaotikti, içseldi, hiç bir tarza uymuyordu. Ancak kesin olan birşey müziğin son derece özgür ve bilinen kalıpların dışında olduğu idi. Beatles bile müziğin bu değişiminden etkilendi. Onlarında LSD ile tanışmaları ve belki de kariyerlerinde yaptıkları en iyi album olarak görülen “Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band” in çıkışında önemli bir etken oldu.

1966-69 psychedelia yılları tüm dünyayı etkiledi. Birçok ülkede “kendilerine özgü” Underground kültür doğdu. 1968’de Almanya’da Essen festivali bunun en iyi örneklerinden biridir. Daha sonra “Krautrock” olarak adlandırılacak underground kültürün seyirci ve dünya ile ilk buluşmasıydı. Bu festivalde Amon Düül, Roedelius, Tangerine Dream gibi avant-garde, psychedelic grup ve müzisyenler boy göstermiş ve seyirci tarafından çok beğenilmişlerdir.Bu dönemin Türkçe yorumuna Taner Öngür “Anadolu Pop” adını koymuştur. Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, Grup Bunalım…vb. Bu dönemin dünyaca bilinen Türk grup ve müzisyenleri oldular.

İşin İngiltere bacağında Fairport Convention, Small Faces, The Crazy World of Arthur Brown…gibi psychedelic gruplar kuruldu. Amerika tarafında saydıklarım dışında, Ford Theatre, Dragonwyck, Grateful Dead, H.P. Lovecraft, Vanilla Fudge..gibi gruplar vardı. Bu arada Arthur Brown’a biraz değinmek gerekiyor. Kendisi dönemi en iyi anlatan örneklerinden biri olmuştur. Ilk albümü olan “The Crazy World of Arthur Brown” da sonradan Emerson Lake & Palmer ile daha büyük bir üne kavuşacak olan Carl Palmer ve aynı şekilde Atomic Rooster’da çok popular olacak olan klavyeci Vincent Crane vardı. Arthur Brown iyi bir Hristiyan olsada albümdeki sözler şeytan’dan, ateşten, cehnnemden bahsediyordu. Grubun sahne performansı dah da ilginçti. Arthur Brown sahneye uzun pelerin, yüzünde boya ve maske, kafasının tepesine, şakaklarından çene altına doğru tutturulan, yanan bir meyva süzgeci ile çıkıyordu. ..sahnede “I am the God of Hellfire and I bring you fire…” sözleri ile kendine özgü dansı icra ediyordu. Tüm İngiltere onun müziğinin Kraliçe tarafından yasaklanacağına kesin gözü ile bakıyordu. Arthur Brown, concept mantığını albumün ve müziğin dışına, başka bir boyuta taşıyordu, hem de korkusuzca. Aynı duruma başka bir örnek Amon Düül 2 nin 1969 yılında çıkardığı ilk albüm olan “Phallus Dei” de görebiliriz. Phallus Dei Almanca: Tanrının penisi demektir.
Concept albümlerin ilk kırıntılarını her ne kadar 60’ların başında The Ventures’da görmüş olsak da, albümlerinde tam bir günü anlatan Moody Blues’un Days of Future Past bu tanımın en önemli albümü olmuştur.
(Ara bir bilgili olarak 1968 ve 1969 yılları “Hard Rock” veya “Heavy progressive” olarak adlandırılacak olan çok önemli İngiliz gruplarının kuruluş yılları olmuştur. Bunlar Deep Purple, Led Zeppelin, Uriah Heep ve Black Sabbath’tır. Bu gruplar aslında The Who ve Cream ekolünün, Led Zeppelin hariç, “klavye” eklenmiş hali ile devamı gibidir. Rock müzik tarihinin birçok önemli isimi bu gruplarda çalmıştır. 70’ler diyince akla gelen ilk gruplar olmuşlardır.)

Tüm bu müzikal gelişmeler 1969 yılında King Crimson’ın çıkardığı “The Court of the Crimson King” ile farklı bir boyuta taşındı. Bu album Psychedelia döneminin gruplarını da içine alacak olan daha büyük bir başlığın, Progressive Rock’ın doğuşun ilk ürünüdür. Bu tarihten sonra dağınık gezinen fikirler düzensilik içerisinde belli bir düzene oturacak ve ne olduğu daha bilinen albümler ortaya çıkacaktı.

Artık bundan sonraki yazıda Progressive Rock'a geçeceğim. Prog Rock'ı anlatmak ve anlamak için Psychedelia dönemine mutlaka değinemem gerekiyordu.