İnsan hafızası “Bağlamsal”dır. Bir şeyi hatırlamak için
ipuçlarına ihtiyaç duyar. Bu ipuçları ne kadar fazla ve ipucunun bizde
bıraktığı algının yelpazesi ne kadar geniş ise hatırlanan şeyin yanlış olma
ihtimali de o kadar yüksek olur. Yani hantal ve güvenilmez bir yapısı vardır. Bazen
bazı şeyleri hatırlamak için beynimizde eşleştirme yaparız veya beynimiz
otomatik olarak eşleştirir.
Hayatta yaşadığım herşeyi hatırlamam mümkün değil. Geçen
hafta ne yedim bilmiyorum. En son ne zaman davul çaldım? Son gittiğim konser?
Son bir senede okuduğum kitaplar? Geçen hafta kaç defa içtim? Hatta ne içtim?
Hatırlamıyorum işte. Belki biraz düşünsem bazılarını bulurum. Ama emin
olamıyorum. Peki nasıl oluyor da yıllar önce yaşadığım bazı şeyleri
hatırlayabiliyorum?
Muhtemelen bunun en oturan cevabı “sıradanlık” olsa gerek.
Sıradan olan, rutin olan, alışıldık olana pek dikkat etmiyorum. Herkes gibi
bende de iz bırakan anıları hatırlıyorum; genelde sıradışı olanı. Ama birşey
fark ettim. Bunu bilerek yapmadım ama olmuş işte. Şimdi anlıyorum. Anılarımı
deştiğimde, sıradan veya sıradışı fark etmez, gözümün önüne gelen imgelerin
ardında soundtrack misali birşeyler çalıyor. Mekan veya olay farketmez. Her spesifik
anımda aynı şarkı çalıyor; hiç değişmiyor. İmgeler, kendisine derinlerden çıkıp
gelen yenileri ekledikçe soundtrack’de uzuyor. Adeta yapışmış, onun bir parçası
olmuş. Başka birşey olamazmış gibi.
İşin garip tarafı anılar içerisindeki unuttuğum detayları
hatırlamak için kafamın iyi ve soundtrack’inin açık olması çoğu zaman yetiyor.
Terapi. Şaman kökenimin etkisi olsa gerek.
Beynimdekileri kusmak istediğim anlarda işe yaradığını çok gördüm.
Peki hafızamda böyle kaç bağıntı var? Bunun bir soundtrack’i
olmadığı için düşünmem lazım. Kesin birşey çıkarmam mümkün değil ama anılarımı
biraz deştiğimde bu eşleştirmeyi oldukça sık kullanmış olduğumu görüyorum.
Neler yok ki...ilk göğe! yükseldiğimde Pink Floyd-Set the
controls for the heart of the sun vardı. Japonya Nagoya’da Uriah Heep – Shadows
of Grief; Nemrut Dağı diyince ilk aklıma
gelen dağa tırmanırken yolda direksiyonu bırakıp böğürerek söylediğim The
Doors- Take it as it comes; Viyana – Graz arası trende puslu havanın yarattığı
sisin altında kalan dağ evlerini seyrederken Clear Light – Street Singer; Hastalıktan geberdiğim ve 21 gün evden
çıkmadığım günlerimde iğnenin bile pek yararının dokunmadığı, beynimin günlerce
süren ağrılarla çatladığı, tam 6 kilo verdiğim dönemde Budka Suflera - Jest
taki samotny dom; Gecenin köründe
Antalya’dan Belek’e giderken Biglietto Per’l Inferno – L’amico Suicida. 56 saati bulan uykusuzluğum'da Igra Staklenih Perli - Pecurka...
Hakikaten uzadıkça uzuyo, bir sonu gelmeyecekmiş gibi
duruyor. Hangi yaşanmışlığıma neleri yapıştırdığımı bilinçaltım bilse de üst benliğim yeni yeni öğreniyor.
Kendimde, kendimi öğreniyorum.... Bunun gibi birşey işte, açıklayamıyorum tam....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder