19 Aralık 2012 Çarşamba

Hafızamın Bana Ettiğine Bak!


İnsan hafızası “Bağlamsal”dır. Bir şeyi hatırlamak için ipuçlarına ihtiyaç duyar. Bu ipuçları ne kadar fazla ve ipucunun bizde bıraktığı algının yelpazesi ne kadar geniş ise hatırlanan şeyin yanlış olma ihtimali de o kadar yüksek olur. Yani hantal ve güvenilmez bir yapısı vardır. Bazen bazı şeyleri hatırlamak için beynimizde eşleştirme yaparız veya beynimiz otomatik olarak eşleştirir.

Hayatta yaşadığım herşeyi hatırlamam mümkün değil. Geçen hafta ne yedim bilmiyorum. En son ne zaman davul çaldım? Son gittiğim konser? Son bir senede okuduğum kitaplar? Geçen hafta kaç defa içtim? Hatta ne içtim? Hatırlamıyorum işte. Belki biraz düşünsem bazılarını bulurum. Ama emin olamıyorum. Peki nasıl oluyor da yıllar önce yaşadığım bazı şeyleri hatırlayabiliyorum?

Muhtemelen bunun en oturan cevabı “sıradanlık” olsa gerek. Sıradan olan, rutin olan, alışıldık olana pek dikkat etmiyorum. Herkes gibi bende de iz bırakan anıları hatırlıyorum; genelde sıradışı olanı. Ama birşey fark ettim. Bunu bilerek yapmadım ama olmuş işte. Şimdi anlıyorum. Anılarımı deştiğimde, sıradan veya sıradışı fark etmez, gözümün önüne gelen imgelerin ardında soundtrack misali birşeyler çalıyor. Mekan veya olay farketmez. Her spesifik anımda aynı şarkı çalıyor; hiç değişmiyor. İmgeler, kendisine derinlerden çıkıp gelen yenileri ekledikçe soundtrack’de uzuyor. Adeta yapışmış, onun bir parçası olmuş. Başka birşey olamazmış gibi.

İşin garip tarafı anılar içerisindeki unuttuğum detayları hatırlamak için kafamın iyi ve soundtrack’inin açık olması çoğu zaman yetiyor. Terapi. Şaman kökenimin etkisi olsa gerek.  Beynimdekileri kusmak istediğim anlarda işe yaradığını çok gördüm.
Peki hafızamda böyle kaç bağıntı var? Bunun bir soundtrack’i olmadığı için düşünmem lazım. Kesin birşey çıkarmam mümkün değil ama anılarımı biraz deştiğimde bu eşleştirmeyi oldukça sık kullanmış olduğumu görüyorum.

Neler yok ki...ilk göğe! yükseldiğimde Pink Floyd-Set the controls for the heart of the sun vardı. Japonya Nagoya’da Uriah Heep – Shadows of Grief;  Nemrut Dağı diyince ilk aklıma gelen dağa tırmanırken yolda direksiyonu bırakıp böğürerek söylediğim The Doors- Take it as it comes; Viyana – Graz arası trende puslu havanın yarattığı sisin altında kalan dağ evlerini seyrederken Clear Light – Street Singer;  Hastalıktan geberdiğim ve 21 gün evden çıkmadığım günlerimde iğnenin bile pek yararının dokunmadığı, beynimin günlerce süren ağrılarla çatladığı, tam 6 kilo verdiğim dönemde Budka Suflera - Jest taki samotny dom;  Gecenin köründe Antalya’dan Belek’e giderken Biglietto Per’l Inferno – L’amico Suicida. 56 saati bulan  uykusuzluğum'da Igra Staklenih Perli - Pecurka...

Hakikaten uzadıkça uzuyo, bir sonu gelmeyecekmiş gibi duruyor. Hangi yaşanmışlığıma neleri yapıştırdığımı bilinçaltım  bilse de üst benliğim yeni yeni öğreniyor. Kendimde, kendimi öğreniyorum.... Bunun gibi birşey işte, açıklayamıyorum tam....



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder